“Otomatik Pilotta” Yaşamak!

Yaşam, bir yolculuktur. Bize verilmiş sınırlı bir zaman diliminde, kendimiz, çevremiz, ülkemiz ve dünya için bazı şeyler üretip anlamlı bir yaşam sürerek, bir iz bırakabilir, bu süreyi daha verimli biçimde değerlendirebiliriz. Bugün, otuz yaşında ya da küçük büyük projelere imza atmış gençlerin başarılarına tanık oluyorum. 1963 doğumluyum. Bizim kuşak için bugün yaşanılanları düş olarak bile göremezdik. “Otomatik pilotta”, yaşayarak bizim için önceden belirlenmiş bir yaşam biçimisunuluyordu.

Yaşamın süresinden çok, niteliği önemlidir. Her birey, yeterince uzun yaşamak ister ve bunun yollarını arar. Öte yandan, çoğu birey sanki hiç ölmeyecekmiş gibi fiziksel ve zihinsel sağlığına gerektiği önemi ve önceliği vermeden, yaşamını kendi tüketir. Ne zaman başına bir şey gelir, o zaman tüm gücüyle frene basar ve direksiyonu nitelikli ve sağlıklı yaşama doğru “U dönüşü” yapar. Yaşamında farklı bir bakış açısı ile cesur kararlar alır. Tüm alışkanlıklarından uzaklaşarak, yeni bir yaşamı kucaklar.

Bir kişinin amaçlarını belirlememesinin ardında, kendini yeterince tanımaması ya da hedef/ler belirlememesi bulunur. Başka önemli bir konu, ne istediğini araştırmaması ve bilmemesidir.Yeterince merak etmemiş ya da yaşam sevincini deneyimlememiş olmasıdır. Otomatik pilotta yaşamak,kişinin kolayına geliyor. Kendi ülkemizden örnek verecek olursam; Türk toplumunun,“bu kadar suçlayıcı, yargılayıcı ve şikâyetçi olmasının nedeninin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Ya da çoğunluğun,“Mutsuzluk, doyumsuzluk ve tatminsizlik.” içinde olmasının…

“Ne istediğini bilmemek”, “kendine zaman ayıramamak” ve “Hayır! diyememek”. Bunları da toplumdaki “mutsuzluğun” ve “umutsuzluğun” nedenleri arasında sayabiliriz. Toplumun ve ailemizin bize dayatılan görüş/istek/baskılarını kabul etmemiz de sorunları büyütüyor.

“Yaşam, kişinin cesareti oranında daralır ya da genişler.” – AnaisNin

Dış dünyanın hızla değiştiği, değişimin bir norm olduğu çağımızda, kişinin uzun vadeli kararlar alması günden güne zorlaşıyor. Bir süre sonra da bu ortam, öngörüsüzlüğe ve umutsuzluğa dönüşüyor.  Günübirlik kararlar alarak, yeterli birikim yapmadan ve geleceğimizi ayrıntılı planlamadan yaşamak, kişinin üzerindeki baskı ve yükü günden güne artıyor. Sağlıklı kararlar veremiyor, otomatik pilotta kalarak önceliğimizi para kazanmaya vererek,yaşamı ikinci plana atıyoruz. Stres ise bir yaşam tarzına dönüşmüş durumunda.

İş değiştirme süreleri, üç-beş yıldan, bir yıla kadar azalmış durumda. Bu da geleceği planlama konusunda riskleri artırıyor!Kimin bakış açısıyla? Gençler böyle düşünmüyor!

2021 yılının ortasında, bir tanıdığımın ricasıyla yanıma aldığım 25 yaşlarında bir genç için harika bir kariyer sunmanın gururunu yaşarken, yılbaşında elinde istifa yazısı ile odama girdi. Üzgün ve utandığı her halinden belirliydi. Kendine bu kadar iyilik yapıldıktan sonra bu kararı almakta çok zorlandığını, bir kariyer değişikliğine gitmek istediğini nedenleri ile anlattı. İçimden takdir ettim. Kararını kutladım. Sadece altı ay çalışmış. Başka bir fırsat karşısına çıkınca, değerlendirmek istemişti. Kız arkadaşı ile birlikte yaşıyordu. İkisi de çalışıyor, birlikte hayaller kuruyordu. Günümüzde yaşam bu kadar hızlı akıyor. Sadakat, yerini bencilliğe bırakmıştı. “Önce, ben kuşağı!” doğmuştu. Bu kötü bir şey mi?

1983-1986 yıllarında, Amerika’da okurken, Amerikalıların aile yaşamı, anne/baba çocuk ilişkisi, iş yaşamına, evliliğe ve ilişkilere bakış, ülkemizden çok daha farklıydı. 18 yaşına geldiğinizde aileniz sizden çalışmanızı bekler, vermiş olduğunuz kararların sorumluluğunu bu kadar erken yaşta bile çocuklarının almasını bekler. Ülkemizde otomatik pilotta, her bireyin yapması gerekenler önceden toplumsal kurallar içinde belirlenmiştir. Sırasıyla önce okulu bitirmek, sonra iyi bir kurumsal şirkette çalışmak, sonra da ileride kendi işimizi kurmak, bize biçilen bir yaşam döngüsüdür.

Girişimci olabilmek ise ayrıcalıklı bir kesime tanınmış bir hak gibidir; kişinin bunu başarması için finansal özgürlüğüne kavuşmuş olması ya da aileden birikimi olması gerektiği inancı hakimdir.“Risk almak”, “başarısız olmak, “bazı şeyleri denemek”, toplumumuzda kabul edilen davranış/tutum değildir, bunun ardındaki ailelerin korumacı yetiştirme tarzı, çocukların en başından düşük öz-güvenli ve öz-saygılı olmasına neden olabiliyor.  Anne/babaların bazıları daha da ileri giderek, emekli olduktan sonra, yeterli maddi durumu olmadığında, çocuklarının onlara bakmasını bekliyor ya da aldığı maaşın bir bölümü üzerinde hak iddia ediyor. Çünkü, onlar da zamanında aynı fedâkârlığı çocukları için yapmıştı. Bunları yargılamak/eleştirmek için değil deneyimlediğim ve tanık olduğumdan paylaşıyorum.

Bireyin, bilgeliğe ulaşması için önce “kendinin farkına varması”, “kendini tanıması” ve “ne istediğine ve kim olduğuna karar vermesi”gerektiğini düşünüyorum. Kişi,kendin iilk sıraya koyduğunda, başkaları da bizi daha çok sevip bize daha çok çekilir.

Yaşam süremizce bazı şeyler inşâ etmeye çalışırız. Bunu yaparken, bazı sorumluluklarımızı da yerine getirmemiz beklenir. Bana göre, bireyin en önemli sorumluluğu yaşamının ve kararlarının sorumluluğunu alması ve sonuçlarına katlanmasıdır.

Okumak, iş sahibi olmak, aile kurmak, çocuk yapmak, yeterli para kazanmak/biriktirmek ve bunların hepsinin yaptıktan sonra bize verilen tek ödül, eğer sağlığımızı/enerjimizi korumuşsak, emekliliğe hak kazanmış olmaktır. Emekli olmayı çalışan her kişi düşler. Çünkü, emekli olmak, bir yerde özgür olmaktır. Emekli olduğumuzda, harika bir yaşam bizi bekleyecektir; bundan sonra çalışmak zorunda kalmayacağız, sabah istediğimiz saatte kalkacağız, istediğimiz zaman TV izleyeceğiz, uzun saatler gazete ve dergi okuyabileceğiz, torunlarımızla bolca zaman geçireceğiz, gönüllü etkinliklerde bulunma fırsatı elde edeceğiz, zaman bulamadığımız hobiler için zamanımız olacak. Bunun dışında çalışırken kendini geliştirme fırsatı bulabilenler, birikim/deneyimlerin ders vererek paylaşma ya da iz bırakacak yapıtları üretecek zaman özgürlüğüne sahip olmayı hayal ederek yaşamı boyunca durmadan çalışır durur.

Öte yandan, yaşam süresi uzuyor. Bu da yaşamı planlama konusunda daha farklı sorunlara neden olabiliyor. 60/65 yaşınızda, uluslararası ya da kurumsal şirketlerde çalışıyorsanız, emekli olmak dışında bir alternatif olmuyor. Bu stresi yaşamak istemeyenler, belirli bir deneyim elde ettikten sonra kendi işini kuruyor. Yeni kuşak, bizden daha farklı bir yaşamı düşlüyor. Daha cesur! Bunun nedenleri arasında;yüksek özgüven, teknoloji ile erken yaşlardan itibaren yakınlık, iyi eğitim almalarını sayabiliriz. İş yaşamına, olanakları bulunanlar, girişimci olarak girmeyi yeğliyor. Kuşağımın bu kadar cesareti yoktu. 40 yaşından sonra birikim yapabilenler ve iş kurma konusunda çalıştığı şirketlerde müşterilerini kendi ile çalışmaya ikna edenler, kendi işini kurabiliyordu. Bunların da sadece bir bölümü başarılı olabiliyordu.

2022 yılına geldiğimizde, internet ve teknoloji ile yeni iş sahaları, meslekler, fırsatlar ortaya çıkıyor. Evden çalışıp, dünyanın bir ucunda şirketlere yazılım hizmeti veren 25-30 yaşlarında gençlere tanık oluyorum. Avro olarakaylık aldıklarından, Türkiye’de kazanma olanağı bulunmayan paraları kazanabiliyorlar. Evden çalıştıkları için normalin çok üzerinde saatlerde çalışan bu gençlerin, yan hakları yok. Sağlık sigortası, SGK/BAĞKUR vb. emeklilik için bir güvenceleri de yok. Kazandıkları paranın bir bölümünü biriktirmezlerse uzun vadede hiçbir güvenceleri yok. Bu gençlerin uzun vadeli planları olduğunu da düşünmüyorum. Bunları düşünmediklerinden de daha cesur olabiliyor ve kendiliğinden korkusuz kararlar alabiliyorlar.

Bizim kuşağın en önemli sorunu, gelecek kaygısı, hafta sonları da sürekli çalışmak, eve iş getirmek, yaşamdan zevk almamak, iş/yaşam dengesinin olmaması, evin ve ailenin boşlanması. Çocuklarını büyürken göremeyen, mezuniyet törenine bile gidemeyen babalara ülkemizde rastlamak olanaklı. Tek bir hayalimiz için çalışıyorduk; “emekli olabilmek!”.

Yeni kuşağın, iş yaşamına, evlilik kurumuna, çocuk yetiştirmeye de bakış açısı bizden çok farklı. Otomatik pilotta yaşamak istemiyor, toplumun baskısı ile kararlarını vermiyor. Yeni kuşağın farklı bakış açısı ile kadın-erkek ilişkileri de kabuk değiştiriyor. Yeni kuşak, kadın/erkek ayırımına karşı. Bu doğrultuda, toplumsal normlardan da bir yerde özgürleşmiş oluyorlar. Özgürleşen kadın, toplumda büyük değişimin öncüsü de olmuş oluyor. Yeni kuşağın en beğendiğim yönü, bir şeyler yaparken öncelikle “anlam” araması. Bizim kuşağın aklından bile geçiremediği bir ayrıcalık!

Yazımı nereye bağlayacağım?“Yaşamı denetleyebilmek. Bugün ne kadar olanaklı?”

Her şeyin değiştiği dünyada, çevremizi, olayları ve geleceğimizi denetlemekten uzaklaşıyor muyuz? 80’li yıllarda, otomatik pilotta yaşayan biz ile yeni kuşak arasında uçurumun oluşmasının en önemli nedenlerinden biri de bizim, “denetimi” sürekli elimizde tutmak istememizdi. Anne/babalar, çocuklarını kaç yaşına gelirse gelsin denetlemeyi bırakmıyordu. Otuz yaşının üzerinde, çalışan, aile kuran çocuklar, halen ailesine hesap vermek zorunda kalıyordu. Öte yandan, yeni kuşak, otuz yaşlarına gelmesine karşın ailelerin yanında yaşamaktan rahatsızlık duymadan yaşayabiliyor ve bizim kuşak gibi ailelerinin denetiminden uzaklaşmış, aynı evde yaşayabiliyor. Bu gözlemimi genellemek istemem, sadece kendi deneyimimi/gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Türkiye’nin her yerinde değişimi gözlemleme olanağına sahip değilim.

“Dünyayı yalnız kendimiz için istemeye başladığımızda ne kadar umut dolu bir yer haline geldiğini tahmin bile edemeyiz. Kararlarımız tümüyle bencil olduğunda öyle sağlıklıdır ki.”

Yazıma,“Oksijen” dergisinde okuduğum, Diyarbakır’da doğmuş. subay çocuğu, Gamze Ateş’in öyküsü ile devam etmek istiyorum. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde okuduktan sonra işletme yüksek lisansı okumak üzere Indianapolis’e giden Gamze, mezun olduktan sonra Newyork’ta bir taşımacılık şirketinde iş buluyor. Gamze’nin ağzından öyküsünü dinleyelim: “Her zaman iş kadını olmak gibi bir düşüm vardı. Ne iş olduğu o an çok önemli değildi.Önemli(öncelikli) olan, çalışma iznim yanmadan bir işe girebilmekti. Gençliğin verdiği heyecan ve hırsla işimi iyi yapmış olsam gerek ki, Türkiye’de ofis açmalarına aracı oldum. Üç yıl sonra, 2000’lerin başında yine gençliğin verdiği özgüvenle Newyork’ta kendi taşımacılık şirketimi kurdum. Bir gün DHL aradı ve şirketimi satın almak istediğini söyledi. Biri benimle dalga geçiyor sandım. DHL, sadece şirketi satın almadı, bana da iş teklifinde bulundu. Önce beş ülkeyi, sonra oniki, en son seksen iki ülkeyi yönetiyordum. DHL’de on yıl çalıştıktan sonra Wall Street’e geçtim. İki yılın sonunda gözüme bir at gözlüğü takarak hiç durmadan çalıştığımı ve çok yorulduğumu fark ettim. Hem oğluma, hem kendime vakit ayırmak için işten ayrıldım. Biraz dinlendikten sonra dünya için ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. O noktada, köklerimi aradığımı fark ettim. Diyarbakır’a gittim, doğduğum mahalleyi gördüm. Şiddet gören kadınlara destek olan Kamer Vakfı’nı ve sonra birçok yardım kurumunu da. Etki yaratan bir kurum göremedim. Bireylerin yaşamını değiştirecek bir şey yapmak istedim. 46 yaşındaydım. Emekli olabilirdim ama Diyarbakırlı kadınların iş gereksinimini görünce, onlara balık vermek yerine balık tutmayı öğretmek istedim.”

46 yaşında, My Beachy Side markasını kurdu. Mayo, plaj kıyafetleri ve aksesuarları üretmeye başladı. Üretim üssünü de Diyarbakır ve İstanbul -Kağıthane’de kurdu. Türkiye’de ürettiği ürünleri farklı coğrafyalarda satıyordu. Son olarak da Gamze Ateş koleksiyonunu,Netflix’in popüler dizisi “Emily in Paris”e satmayı başardı.

Beni etkileyen, iş başarısından çok, Ateş’in yaşam amacıydı. Kendi ağzından dinleyelim: “Salgın döneminde benim için yeni koleksiyon çıkarmak pek kolay değildi. Diyarbakır’da el emeği ürünleri yapan kadınların çoğu covid oldu. Bizim de önceliğimiz sağlıktı. Kuruluş amacım içindeki tasarım hevesini yaşatmak kadar, ülkemdeki yetenekli kadınların el emeğini dünyaya tanıtmak ve onlara iş olanağı sağlamaktı. Bugüne kadar da başta Amerika olmak üzere farklı ülkelerde koleksiyonlarımız satılıyordu. “Emily in Paris” dizisinden koleksiyon teklifinin gelmesi beni çok mutlu etti.”

Diyarbakır’dan başlayan muhteşem bir kariyer. Ve muhteşem bir amaç! Gamze Ateş, gelecek hedefleri hakkında Oksijen dergisine şu yanıtı vermiş: “Markamızı ne kadar büyütürsek o kadar çok kadına iş verebiliriz. 1500-2000 kadına iş verecek noktaya gelmek istiyorum.”

“Rahat ve iyi donanımlı bir banyoda, su dolu küvete uzanmış yatarken, herhangi bir katedralde asla gelmeyecek ulvi düşünceler; yaratıcı ve engin düşler gelir aklıma.” – Edmund Wilson

 

Sevgilerimle,

Taner Özdeş

 

---

Bu yazının dil bilgisi düzenlemeleri,
FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü (FaRkLaR.net )
tarafından sağlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

Comments powered by CComment

Bize Ulaşın

Halim Meriç İş Merkezi Cemal Sururi Cd. No:25/18 Şişli İstanbul

E-Bülten

E-posta adresinizi girin, size daha fazla bilgi gönderelim...

Ara