36.Yılımız... MAAŞALLAH

 “Ve bir kişiyi tek başına sevmek, onu iki kat sevmektir.” - Stefan Zweig

Kendini sevmenin bile ender olduğu çevremizde, kendimiz dışında birini sevmek/sevebilmek harika, muhteşem bir duygu/deneyim.

Yaşam, başlı başına bir macera/yolculuk. Kendimizin farkına vardıktan sonra, yaşadığımız ortamda bir birey olarak,“var olmaya” çalışıyoruz. Kendimizin değerini bilerek ve severek, öteki kişilerle de sağlıklı ilişkiler kurmaya, arkadaş ve dost kazanmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken,bazen kendi ailemiz ve akrabamız ile ilişki kurmakta çekimser/isteksiz de olabiliyoruz.

Günümüze baktığımda, yeni kuşaktaki bazı gençler açısından, “âşık olma” ve“evlenme”nin, bir iş kararından farkı olmayabiliyor. “Mantık” ya da “stratejik” bir karara dönüşmüş durumda. Geçenlerde, bir arkadaşım, “Aşkın, bir kandırmaca” olduğu, güldürü diliyle ve farklı bir biçimde “yorumlandığı” bir video gönderdi.Konuşmacı, âşık olmanın,“bireyin ürettiği ve bir pazarlama aldatmacası” olduğunu “anlatıyor”.“Aşk, koca bir yalan!” diyor.

“Sevgi, arkadaşlık, hatta dostluk” bile sahte ya da samimi olmayabiliyor. Bu kişinin,kendi değerleriyle yaşama ve kendine bakışı ile ilgili bir tutumu olduğunu düşünüyorum.

36 yıldır, Neylan ile birlikteyiz. Bu yazımı da 36. yılımızın onuruna yazıyorum.

Daha önce de Neylan’la birlikteliğimiz üzerine ve duygularımı da anlatan yazılar yazmıştım. Çevremdeki kişilerin yüzündeki şaşkınlık ile karışık şu sözüne çok rastlamışımdır: “36 yıl mı? Maaşallah…”

Bir yandan, bize tanıklık eden ve örnek almak isteyen gençler, bir yandan da evlilik konusunda çok istekli ama kararsız kişilerle karşılaşıyoruz.Evliliğe karar verme aşamasında olan çiftlere umut ve ilham vermek bizi mutlu ediyor.

Evlilik konusunda, her bir kişinin farklı bir önyargısı vardır.  Ancak, şunu belirtmek isterim: “Evlilik, bir flört, bir balayı ya da sürekli muhteşem anlar yaşadığınız bir birliktelik değildir!” Yaşama çok benzer...İçinde her türlü düşünce, duygu ve deneyim olan, iniş ve çıkışların bolca olduğu, olumlu düşünce ve duygular kadar olumsuz düşünce ve duyguları da deneyimle(yebil)diğimiz bir yolculuk... Kendi yaşam yolculuğumuzdan farkı ise bu yolculuğu sevdiğimiz (öncesinde âşık olduğumuz) biriyle gerçekleştirmiş olmamızdır. İki kişinin, birbirine değer katmasıdır.

Neylan’la öykümüz, Avusturya Lisesi son sınıftayken, okulumuz adına düzenlemiş olduğum bir Bodrum turunda tanışmamızla başlar. Tatilde birbirimizden hoşlanmamızla başlayan ve kısa zamanda aşka dönen bu ilişki, Amerika’ya okumak için iki ay sonra gitmek zorunda kalmamla birlikte uzun bir bekleyişe geçer. İlk yıl, sınırlı bütçem nedeniyle Türkiye’ye bir yıla yakın gelemedim. Bu süre içinde, ikimiz de birbirimizle sadece telefonla (o zamanlar cep telefonu yoktu) haftada bir görüşerek ve her hafta düzenli olarak mektupla (yeni kuşak, mektubun ne olduğunu bilmeyebilir) birbirimize yazarak ilişkimizi sürdürdük. Türkiye’ye tekrar döndüğümde, merhum kayınpederim, bu ilişkinin adını koymamız gerektiğini kibarca söyledi. Bir karar vermem gerekiyordu. Hiç düşünmeden, “Adını koyalım!” dedim.

1984’te nişanlandık ve 1985’te evlendik...

İkibuçuk yıl, telefon ve mektup ile bu ilişkimizi sürdürdük. Bugün, 20 yaşında bir gence yaşadıklarımı anlatsaydım, şu yanıtı verirdi: “Sen aklını mı kaçırdın!? Derdin neydi?”

Evlenmek, çocuk yapmak ve sorumluluk almak... Bunların hepsini yaparken de iki kişinin birbirine saygısı ve sevgisinin azalmadan, hatta, artarak devam etmesinin tek bir nedeni olduğunu düşünüyorum.

Koşulsuz, temiz, saf saygı ve sevgi... Bu saygı ve sevgiyi, kişi, annesi/babası, kardeşi, çocukları için duyabilir. Daha önce yeterince tanımadığı, kan bağı olmayan birine aynı ve hatta zamanla daha çok saygı ve sevgi duyması, çok özel düşünce, duygu ve davranışlardır. Geçmişte bu duyguya, “Aşk” denilmiş. “Âşık olan kişinin gözü kör olurmuş” denir. Bir noktada doğru bir söz. Neylan’la, Bodrum’da ilk tanıştığımızda ve Amerika’ya gidene kadar bu duyguyu çok sık yaşadım. O yaşlarda, kişi, kendini de yeterince tanımıyor. Kendimin farkına varıp değerlendirecek seviyede olgun değildim. O nedenle, düşünce ve duygularımı değerlendirebilecek kadar farkındalığım yoktu. Buluşmalarımız öncesinde kalbimin, “küt, küt” attığını çok iyi bilirim. Kalbim sanki gövdemden dışarı fırlayacak gibi olurdu. Yaşam, o noktada durur, başka bir şey düşünemezdim.

Üçbuçuk yıl boyunca yazılan yüzlerce mektup, yapılan on dakikalık telefon görüşmelerinin tadını ve değerini hiçbir şeyle değiştirmek istemem. 18 yaşında genç bir kız, 20 yaşında bir delikanlı. Bu yaştaki gençler ne yapar? Sorumsuzca yaşamın tadını çıkarmak, hazlarını en doruk noktasında yaşamak ister, sanki bir gelecek kaygısı yokçasına… “Gençken, sorumluluk almaya, yaşamın yüklerine katlanmaya ne gerek var ki!?” diye söylenebiliriz.

Yaşam, yeğleme ve kararlarla yapılan bir yolculuktur. Kişi, ne yapacağına/hangi yeğlemelere karar vereceğine aklı ve sezgileriyle karar vermelidir. Yirmi yaşında, bunları yapacak kadar ayık değildim. Çünkü, âşık olmuştum. Karar vermiştim. Hem de sonsuza kadar Neylan’la bir yaşamı paylaşma kararımı da ihtiyâr ve irâdemle vermiştim.

26 yaşında Cem, 27 yaşındayken Emre dünyaya geldi. “Genç evli olmak bir yere kadar ama genç baba olmak bir intihar. 😊” Zihnimde bu düşüncelere yer vermeden, daha çok nasıl iyi bir baba olabilirim?” diye düşünmüştüm.

Harika rol modellerim vardı; “Annem ve babam”. Bu kadar istekle evlenmemin, erken yaşta çocuk yapacak cesaret bulmamın bilinçaltımdaki olumlu kaynağı, anne ve babamın mutlu, sevgi ve saygı dolu evliliğiydi. Ben de çocuklarıma aynı cesareti vermek için iyi bir baba olmanın yanı sıra, iyi bir eş olmaya da çaba gösterdim. İki oğlum da benim gibi erken yaşta evlendi. Erken yaşta evlenmek ve baba olmak, aile geleneği olmuş olabilir. Sıra torunlarda…

36 yıl nasıl geçti, anlamadım. Her yıl, evlilik yıldönümümüzü büyük coşku ile kutlamak için çaba ve özen gösteririm. Her yıl, “Bu yıl Neylan’ı nasıl şaşırtabilirim?” diye planlar yaparım. Sanki, her yıl yeniden evlenircesine, çılgın, yaratıcı, heyecanlı bir biçimde yıl dönümümüzü kutlamak için aylar öncesinden plan yaparım.

Tabii ki, ne kadar şanslı olduğumu söylememe gerek yok. 5.,10.,20. ve 30. yıllarında özel olarak yakın çevremizle birlikte kutladığımız evlilik yıldönümü davetlerinde, çoğu kişinin eşime bu kadar yıl benimle beraber olabildiğinden dolayı madalya vermek istediğini söyleyen arkadaşlarımıza çok rastladım.

“Bu kadar zor birimiydim?” Sanırım,Evet… 😊

Aynı şeyi bugüne kadar Neylan’a söyleyen hiç kimse olmadı.😊

Bugün, ben 58, Neylan 56 yaşında. Birbirimizin 50 yaşını da sürpriz 50 yaş kutlaması yaptık. Neylan, bana öyle bir sürpriz kutlamahazırlamıştı ki, ben de sınırlarımı zorlayarak sıra dışı bir kutlama yaptığımı söyleyebilirim.Neylan için yaptığım 50 yaş kutlaması da kendimi olabildiğincegeliştirebildiğimin en iyi örneğiydi.

Öykümüz böyle devam ediyor. Akışta kalmaya devam ediyoruz...

Nice mutlu yıllara, sevgili Neylan’ım... İyi ki varsın!... İyi ki de yaşamımı seninle paylaşmışım.<3

Stefan Zweig ile başladım,onunla tamamlayayım.

“Bekledim...Seni,yazgımı beklercesine bekledim.”

Bu sözü de üçbuçukyıl bekleyen sevgili eşime ithaf ediyorum.

Bu yazının,evlenmek üzere karar verme aşamasında olan gençler için,
soyu tükenen biz mutlu evlilerin bir nebze umut olması dileklerimle…

 

Mutlu evliliğin reçetesi şudur:

“Çiftlerin birbirine duyduğu Saygı ve Sevgiyi ne olursa olsun korumasıdır. Ne olursa olsun!”

 

Sevgilerimle,

Taner Özdeş

 

 

---

Bu yazının dil bilgisi düzenlemeleri,
FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü (FaRkLaR.net )
tarafından sağlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Comments powered by CComment

Bize Ulaşın

Halim Meriç İş Merkezi Cemal Sururi Cd. No:25/18 Şişli İstanbul

E-Bülten

E-posta adresinizi girin, size daha fazla bilgi gönderelim...

Ara