Eski bir CIA ajanı Chris Voss’u dinliyorum. “Çocukları ya da yakınları kaçırılan aileleri aradığımızda, o ana kadar bir sonuç elde edemesek de yakınları konusunda herhangi bir bilgi verdiğimizde o kadar mutlu oluyorlardı ki.”
Kişileri belirsizlik kadar kilitleyen hiçbir şey yoktur. Belirsizlik, kaygıyı artırır ve bu konuda yeterli bilince sahip olmayan bir kişinin kendi düşünce, duygu ve dış etkenleri yönetmesi pek kolay değildir. Bu konuda kişilerin gerekirse dışarıdan destek almasını öneririm. Yaşam, olumlulardan oluşmaz. Bizi güçlü kılan da zor durumlarda vermiş olduğumuz tepki ve yeğlemelerdir.
Paulo Coelho, SİMYACI’da şöyle der. "Bireyler değişmek istemez. Çünkü nasıl değişeceğini bilmez ve en kötüsü de artık kendini alışmıştır."
Workhuman, geçtiğimiz günlerde bir yıllık COVID-19'dan sonra 1.000 ABD merkezli çalışana anket yaptı ve sonuçlar, tükenmişliğin artmaya devam ettiğini gösteriyor. Covid-19’un bedeli: Çalışanlar kaygılı, bunalmış ve daha az güdülendiklerini bildirdi. %59’u insan bağını daha az duyumsadığını, %31'i yalnızlaştığını ve %28'i de bunaldığını söyledi. Çalışanlardan yapması istenilen en zor ayar, belirsizliği yönetmektir ve bu, yakın dönemde sona ermeyecek. Tüm bunlar, daha düşük üretkenlik, daha fazla hastalık süresi ve daha az katılım anlamına gelir.
Geçen yıl, çok sayıda ofis çalışanı, doğrudan insan etkileşiminin iş yaşamında değer biçilemez olduğunu öğrendi. En iyi uzaktan çalışma teknolojisi bile gövde dilini, ses tonunu, kendiliğinden oluşan konuşmayı ve gündelik beyin fırtınasını aktaramaz. Çoğumuz, sırf birbirimiz hakkında konuşmaktan kaçınmak için mücadele ediyoruz. Uzaktan çalışmanın gerektirdiği ek bilişsel ve duygusal enerji, hâlâ ince bir bedel alıyor.
Bir girişimciysek, pazardaki belirsizlikle her zaman uğraşırız. Artık çalışanlar, yeni belirsizlik katmanlarıyla uğraşıyor. Hibrit ofislerin nasıl çalışacağını merak ediyorlar. Bazıları işini kaybetmekten korkuyor. Bazıları yüz yüze çalışmanın toplumsal ödüllerine dönmek için çözümsüz durumda; bazıları beş günlük işe gidip gelmenin sonsuza kadar bitmesini umuyor. Depolarda ya da belirli bir alanda çalışanlar, bir ofise geri dönmeyebilir ancak güvenlik önlemleri, otomasyon ve yeni beklentiler yoluyla rutinlerinde sürekli aksaklıklarla karşı karşıya kalır.
Belirsizliği ortadan kaldıramaz ve kontrol edemezsek, ister bireysel, ister kurumsal olarak belirsizliği kabul ettiğimizde, “tükenmişlik sendromu” yaşamak yerine durumu kabul ettiğimizde, belirsizlik doğru yönetildiğinde, kişiyi/kurumu daha inançlı, şefkatli, dirençli kılabilir. Kısaca, kişi, belirsizliği lehine hatta avantajına çevirebilir!
“Pandemi dönemi, çoğumuzu en kırılgan yerlerimizden vurdu. Pandemi döneminde bireylerde kaygı, belirsizlik, sıkışma düşünce ve duygusu çok yoğun. İkili ilişkilerimizde yıllardır biriken yükler ve stres ortaya çıkmaya başladı.” Klinik psikolog, Zeynep Çatay’ın yapmış olduğu bir söyleşiden bazı alıntılar da yapmak isterim.
Şu anda evlerinde karantinada olanlara öneriniz nedir?
“Dayanıklılığın sınırlarını zorlayan bir durum var. Bireylerin durumu kaldırma olanağı ve uyumlanma becerisi sonsuz. Bu bir hediye mi, ceza mı tartışılır. En önemlisi, kendimizi dengeleyecek bir uygulama bulup bunu yaşamımızın içine katmak; soluk egzersizi, evde müzik açıp dans etmek, koşmak, yürümek, yemek yapmak, resim yapmak, yazmak, meditasyon… Kime ne iyi geliyorsa o. Elle ve hareket ederek yapılan her şey çok iyileştirici. Başkalarıyla ilişkide kalabilmek, toplumsal etkileşim zorunlu. Bunu karantina sürecinde görüntülü uygulamalar üzerinden de yapabiliriz. Ekran süresini de dengelemeliyiz. Evden çalışma ve evden eğitimle birlikte zaman ve mekân ayrımı kaybolmaya başladı. Bir de kendimize çok yüklenmemeli ve şefkat göstermeliyiz.”
Bu dönemde ebeveynlere ne önerirsiniz?
“Ergenler, ebeveynleriyle paylaşımcı olmayabiliyor. Eğer onları destekleyen bir arkadaşı da yoksa sorunlarını kendi başına çözmeleri de pek kolay değil. Güvende olma düşünce ve duygusunu pekiştiren ve kaygıyı azaltan en önemli etken, bireylerle etkileşimde olmak. Bir arkadaşla dahi olsa, açık havada güvenli biçimde görüşmeleri daha uygun olanı. Ebeveynler, yine çocukların açık hava hareketlerinde ısrarcı olmalı. Birbirimize ve çocuklarımıza karşı anlayışlı olmalıyız, konuşmak için fırsatlar yaratmalıyız. Aile olarak birlikte olabileceğimiz yemek zamanı gibi düzenli süreçler oluşturmak, onlar için orada olduğumuzu bilmesini sağlamak önemli. Aynı evin içinde olmak, birlikte olmak anlamına gelmiyor. Tüm dünyanın içinden geçtiği hiç kolay olmayan bir dönem olduğu gerçeğini tanımak ve dile getirmek gerek. Dış dünya güvensiz duruma gelse de evin içindeki güven çok önemli.”
Çocuk ve ergen psikoloğusunuz aynı zamanda. Covid-19, en çok da gençlerin özgürlüğünü elinden aldı. Gözlemleriniz?
“Gençlerin okula gitmeye gereksinimi var. Ergenler, fiziksel, zihinsel ve toplumsal açıdan çok belirgin gelişim ve değişim sürecinden geçiyor. Ekran süreleri çok artmış durumda. Dikkat sorunları da öyle. İçe kapanma, biriken stresle baş edememe, kendine zarar verme oranları yükseldi. Boşaltım kanallarından ve olanaklarından yoksunlar. Spor ve sanat yapamıyorlar. Günlük sıradan etkileşimleri bile azalmış durumda. Özgüven ve kaygı bunalımı yaşıyorlar. Kendi gövdesi, zihinsel kapasitesi, duygu ve anlam dünyası değişirken, dünyanın da değişmesi, ayaklarını bastığı zemini sağlam hissetmemelerine neden oluyor. ‘’Ben ne olacağım, nasıl bir dünyada yaşayacağım? ‘’ büyük bir soru işareti durumuna geliyor.”
“Zor zamanlarda gücümüzü bulmak için ne yapmalıyız?”
- Yavaşlamak: Örneğin, ajandamda kendimle randevu oluşturuyor muyum?
- Kendimizle bağlantı kurmak: Gövdemle / Zihnimle / Duygularımla
- Kabul etmek: Olanı, olduğu kadarıyla. Kendimizi yargılamamak. Duygularımızı kabul etmek.
- Neye gereksinimimiz var? Yüklerimiz neler? Öncelikle nelere “Hayır!”, nelere “Evet!” dememiz gerekiyor? Sınırlarımızı gözden geçiriyor muyuz?
- Değiştirebileceklerim/değiştiremeyeceklerim: Değiştiremeyeceklerimizi kabul etmek/değiştirebileceklerimize odaklanmak. Ne yazık ki, olumsuza odaklanmak, zihnimizin yöneldiği! Bunu da yönetebilmenin yolu, yaşamımızda minnettar olacağımız ve şükredeceklerimizin farkında olmak. Yaptığımız şeyler bize yarar mı sağlıyor, yoksa zarar mı? Öğrenmemiz gereken ve yeni olan neler var?
- Kendimizi beslemek ve yaratıcılığımızı tetiklemek… İlişkilerimizi gözden geçirmek... Kimlerden yardım isteyebiliriz? Ya da kimlere yardımcı olabiliriz? Kimlere minnettarız? Ümidi aramak ve başımızı o yöne çevirmek…
Benim bu dönem için düşüncelerim ise hepimizin bu dönemi bir öğrenme ve gelişme fırsatı olarak görmesi, yaşadığımız düşünce ve duygularımızı kabul etmemiz, çevremize karşı daha şefkatli, anlayışlı ve işbirliği içinde olmamız gerektiği. Herkesin fedâkârlığını kabul etmeliyiz. Takdir etmek ve teşekkür etmek için her fırsatı kullanmalıyız.
Önderler, teşekkür etmenin ve takdir etmenin zorluklarını kabul etmeli ve iyiyi tanımanın bir kapısı olduğunu görmeli. Örneğin, pandemi döneminin, en çok, çalışan kadınları etkilediğini biliyoruz. Bu, önderler için çalışan anneleri, esneklik, empati ve anlayışla destekleme biçimimizi yeniden düşünme zamanıdır. Kriz, kurum kültürümüzü daha büyük bir amaca doğru yöneltmek için bir fırsat olabilir.
Kurumsal Esenlik (Mindfulness) eğitmen ve danışmanı Sibel Yücesan’ın vermiş olduğu şu öneriler çok değerli: “
“Yaşama karşı niyetimizi tekrar açıklamak: yaşamı yeğliyorum ve iyiye umutla bakmayı yeğliyorum. Cesaret gücümüz, güçsüzlüklerimizi kabulden geçiyor. Dalgaları durduramayız ama üzerinde sörf yapmayı öğrenebiliriz. KENDİMİZE ÖZGÜN bir yolu kesinlikle buluruz. Aynı olmak zorunda da değil. Ama buluruz.”
Benim de önerim de şu olacaktır: “Şimdiki zamanla ilgili gerçekçilik ve geleceğe olan güven bulaşıcıdır ve tüm bireysel girişimimizi daha iyi yönde etkileyecektir.”
Sevgilerimle,
Taner Özdeş
---
Bu yazının dil bilgisi düzenlemeleri,
FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü ( FaRkLaR.net )
tarafından sağlanmıştır.
Comments powered by CComment