“Yaşadığımız dünya ne kadar gerçek?”
“Kişiler ne kadar özgür olabilir? “ ’İstencin(irâdenin)’ (“özgürlük iddiasıyla”) serseri mayın gibi olması”, kişinin her istediğini keyfince yapmasına olanak tanır mı?”
“Bizi ‘algılarımız’ ‘yönlendiriyorsa’ vermiş olduğumuz ‘kararların ve yeğlemelerin’ ne kadarı doğru olabilir?”
“Çoğu davranışımızın yönetimi bilinçaltımızdaysa davranış, tutum ve tepkilerimizin ne kadarından sorumlu olabiliriz?”
Bunlar, kendime çoğu zaman sormuş olduğum sorulardır. Kendimi tanımaya çalışmak kadar, dışarıdaki dünyayı, “insan”ı, kişileri ve kendimi de anlamaya çalışıyorum.
Öğrenerek ve sonra da paylaşarak toplumda bir kelebek etkisi başlatmak istiyorum.
Evrensel-bilimsel belirlenimcilik(determinizm), bireylerin eylemleri de içinde olmak üzere tüm olayların, bir önceki durum ve olayın ve doğa yasalarının sonucu olduğunu öne sürer. Buna göre, bireylerin günlük yaşamında aldığı en küçük karar bile önceden belirlenmiştir. “Belirlenimciler”, özellikle istencin “özgürlüğü'' konusunda öne sürdüğü görüşler nedeniyle sıklıkla eleştirilmiştir. Bireylerin, yaptıklarından sorumlu olmadığını öne süren belirlenimciler, istenç(irâde), seçim ve yeğlemelerin birer yanılgıdan ibaret olduğunu ileri sürmüştür.
Varoluşçuluk akımında öne çıkan özgürlük ve istenç kavramları, belirlenimcilikte tam tersi bir işleyişe sahiptir. Nedensellik ilkesinin baskın olduğu bu görüşte, kişinin istenci sıfıra indirilmiştir. Her düşünce, bir başka düşüncenin nedeni ya da sonucudur. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olması, kişinin seçim ve yeğlemelerinde hiçbir biçimde özgür olmadığını gösterir.
Yazgıcılık, katı ve ılıman olarak ikiye ayrılır. Katı yazgıcılık der ki: “Ne yaparsan yap bazı şeyler illâ ki gerçekleşecektir.” Ilıman yazgıcılık ise katının aksine, yarın öğle zamanı ölebileceğimizi anımsatır fakat “Ne yaparsanız yapın, öleceksiniz.” demez.
Tembel savı ise boş bir iç çekmeden biraz daha fazlasıdır: “Olacak olan, olur.”
Hakikat savı ise yaptığımız eylemlerin mantıksal bir gereklilikten ötürü olduğunu söyler.
Bireylerin gerçekten bir seçim ve yeğleme olanağı var mıdır?
Bireyin istencinin özgür olması önünde, kendinden kaynaklanan çok sayıda engel de vardır. “Alışkanlıkları, arzuları(ihtirasları), kişiliği, inançları…”
Bireyler, karar veremediği ya da karar verme konusunda cesur olmadığı noktada şu mazeretleri öne sürer: “Başka olanağım yoktu.”, “Yapabileceğim başka bir şey yoktu.”
Çoğumuz, dilimize yeterli özeni göstermiyor ne yazık ki. Önemli/öncelikli nedenlerinden biriyse bu konuda belirlenimci bir düşünceye sahip olmamız. Her bireyin kendine göre birden fazla nedeni vardır. 58 yaşında, günlük iletişimimde, gereksiz, “joker, asalak, zehirli, katil” sözcükleri çok fazla, hiç düşünmeden kullandığımın farkına vardım. Bu sözcüklerin yükünü ve oluşturduğu sorunları birinden duymuş olmam gerekiyormuş!
B Biledeğil’in daha önce de adından söz etmiştim. FaRkLaR.net ‘in (FaRkLaR Kılavuzu) kurucusu ile tanışmamdan sonra dilimizin doğru kullanımına daha çok önem vermeye ve özen göstermeye başladım. Alışkanlıklarımı yıkmanın, bazı sözcükleri kullanmama gereğinin, gerçekten yeni bir dil öğrenmek kadar pek de kolay olmadığını fark ettim.
Kendimden ve yaşamımdan bir örnek vermek isterim. Eşim, konuşmalarımı dikkatle dinler. Bana bir gün, “Taner, ‘esasen’ sözcüğünü çok kullanıyorsun.” dedi.
Bunun üzerine, ben de B’ye bu konuda görüşünü sordum: “ ’Esasen’, yerine hangi sözcüğü kullanmamı önerirsin?”
Verdiği yanıtı olduğu gibi paylaşıyorum: “Bunun yerine" diye bir şey yok. Bu bir fazlalık/yük. Konuşmalarımızda durma ve susmayı, tümcedeki nokta/lama gibi ‘esasen’den önce kullanırsak ne olur? Sözcük, dışarıda kalır. Gereksizlerin yeri, oyunda(tümcede) yer almamaktır. Önceliğimiz de esas değil usûldür/yöntemdir. Esas, yaşamdaki her durum, süreç ya da konu için usûlden sonra gelir. Sözlerimizde sürekli "esasen/aslında” dediğimizde, "Sen bu konuda yeterince düşünmemişsindir ya da bilmiyorsun (sanırım). Ben senin yerine ne olduğunu söyleyeyim." alt mesajı da gider. İstenilmeden de olsa çok ciddi iletişim ve dolayısıyla ilişki sorunlarına yol açar.”
Neden “esasen/aslında” sözcüğüne “gereksinim duyduğumu” ve “bahanelerimi” de yazdım. B’nin buna yanıtı da şöyleydi: “Bir de ‘konuşanın sözünü kesmek’ gibi yansıması olabilir. ‘Bu söylediklerin, konunun çevresinde kalıyor. Sana merkezini göstereyim de fazla dolanıp durma!’ demek olur. Söylenilenlerin, ‘yetersiz, sahte, karşılıksız, gereksiz ya da yanlış’ olduğu, ‘kopya, kabuk, taklit, sahte’ olduğu ‘yüklemesi’ söz konusudur. Bunu da kendimiz gibi kimsenin almak istemeyeceğini göz önünde bulundurup sık sık ‘vermeye’ çalışmamak da gerekir değil mi?”
“Esasen” sözcüğünü, “dikkat çekmek” için kullandığımı, kendimi savunur bir “düşünce”/sanı ile söyledim.
B’nin bu konudaki katkı vermek üzere uyarıcı ve ılıman yanıtı şöyleydi:
“Öyle olduğunu var sayıyor olsanız da dinleyicinin kişisel algılaması daha yüksek olasılıktadır. Yani ukalalık olarak algılamaya başlayabilirler bir süre sonra. Kişi, söz sahibi olandır. Bir doktor ya da avukat, hâkim, nasıl söyleyeceği kadarını söylüyor ve sözü, bilgisi yetiyorsa herhangi bir kişi de o kadarının yeterli olduğunu/olacağını bilmeli, sürekli anımsamalı.”
FaRkLaR Kılavuzu’nda, az kullanılması gereken ya da kullanırken çok dikkatli kullanılması gereken sözcükler hakkında bilgilere ulaşabilirsiniz. İlginizi çekeceğini düşünüyorum. FaRkLaR.net/sozluk/fark/26128
“Bizi biz, sözümüzü söz yapan, frenimizdir. Söylediklerimiz değil söylemeyebileceklerimizdir, ihtiyârımızdır(yapmama bilgisi/isteği).
‘Joker, asalak ya da katil’ sözcüklere gereksinimiz yoktur hiçbir zaman.”
Dilimiz konusunda umursamaz da olabiliriz. Sonuç itibariyle bazı sözcükleri yanlış da söylesek, bir biçimde “anlaşıyor” sayıyoruz kendimizi ve birbirimizi. Yanlış/gereksiz/fazladan kullanılan bazı sözcükler, yanlış anlamalara; yanlış anlamalar da çatışmalara, en sonunda da ilişkilerimize zarar veriyor. Kişiler arasındaki sorunların çoğu iletişim kaynaklıdır. İletişim, sözcüklerin yönlendirdiği anlam ve değerlerden oluşur.
Özgürce hareket edebilen kişi için ölçüt, Hume’un tanımıyla “içinden gelme özgürlüğü”nü ortaya koyan, arzu ettiğini yapma hissidir.
Hume’un, “Umursamazlık Özgürlüğü”, istencin özgürce uygulanması hakkındaki dışlayıcı bir ifadesidir. Eğer istencin özgürce uygulanması, birebir aynı koşullarda farklı davranmanıza olanak tanıyorsa asıl değerli olan seçim olasılıklarının, gerçek seçimlerin ortaya çıktığı koşullardan, nedenlerden, dürtülerden tamamen ayrılacağıdır.
“Esasen”, sözcüğünü kullanmamı(/zı) hiçbir durum ya da kişi engelleyemez. (istencimizi özgürce kullanabilme ve seçimimizdir). Nedeniyse bazı durumları kanıtlamak “istememdir”. Bu sözcüğü kullanmamın gerektiği durumlarda kullanmaya devam etmemin, iletişimde olduğum kişilerle ters düşmeme, yanlış anlaşılmama neden verebileceğinin bilincine vardıktan sonra, önce oldukça azaltacağım sonra da zihnimden ve yaşamımdan çıkaracağım.
Dilimiz ve sözcüklerin daha yetkin kullanımında, istencimi de “özgürce” ortaya koyabilmemle, sözcüklerin daha yetkin kullanımı konusunda kendimi geliştirme konusunda bir yeğlemede bulundum. Alışkanlıklarımızdan kurtulmak gerçekten pek kolay değil. Kullandığımız yanlış/gereksiz/fazla sözcükleri dilimizden çıkarabilmenin, sigara gibi “kabul ve onaya” dayalı kültürel “bağımlılıklarımızdan” uzak durmayı yeğlemek kadar pek kolay bir karar olmadığını da belirtebilirim.
Ama, buna değecek…
“Zahmetsiz ve kısa çözümler vaat edenlerin çevresindeki kalabalık fazla olur. Daha gerçekçi olanlarınsa çevresi çoğunlukla boştur.”
Bu vesile ile B’ye bende bu farkındalığı yarattığından dolayı teşekkür ediyorum. İsteyenlerin, FaRkLaR.net sitesine katkıda bulunarak destek verebileceğini de belirtmek isterim.
Sevgilerimle,
Taner Özdeş
---
Bu yazının dil bilgisi düzenlemeleri,
FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü ( FaRkLaR.net )
tarafından sağlanmıştır.
Comments powered by CComment