Bugün, “Yazmasam mı?”, diye düşündüm. Sonra bu hafta içinde ve sonunda yaşadıklarım, zihnimi o kadar meşgul etti ki. “Yazmam gerek”, dedim.
Pazar sabahı, Samsun’da, bir kadına eski eşi tarafından yapılan şiddet haberi sosyal medyaya düştü. Sosyal medya ve medya, kadın şiddetini sürekli gözler önüne sererek, topluma yarar mı yoksa zarar mı veriyor? Bu konuda bilgili bir kişi bu yazıma yorum yazarsa çok mutlu olurum.
“Neden Felsefe?” adlı bir kitap okuyorum. Felsefe, son zamanlarda çok ilgimi çekiyor. Çok sayıda filozof, düşünceleri, eğilimleri ve deneyimleri nedeniyle zamanında ölüme mahkûm edilmiş. İnsan, ne çekmişse düşüncelerinden çekmiş. Bireyler, düşünceleri nedeniyle cezalandırılabilir mi? Twitter paylaşımları nedeniyle ülkemizde çok sayıda gazeteci de şu anda hapiste yatıyor.
Bir düşünce, bu kadar tehlikeli olabilir mi? O zaman, iletişimde sözcükler bir tür silah yerine geçmekte diye düşünebiliriz. Bir davranıştan dolayı cezalandırılıyoruz. Davranış, bir eylemdir. Görünür olduğundan, yanlış bir şey yaptığımızda cezalandırılırız. Bir düşüncemizi sosyal medyada yazmak da bir davranış gibi cezalandırılabilir mi? Türkiye’de, evet!
Kişiler, istediği gibi davranabilir mi? Farklı bir biçimde sorsam, “İrâde, kişinin ‘istediğini’ yapması mıdır?”
Hayvanlar, yapabilecekleriyle doğanın yasalarına tâbidir. Bu düşünce, kentte yaşayan “hayvanlar” için geçerli değildir! Spinoza’ya göre insan, öteki varolanlarla, ağaçlarla, dağlarla ve kuşkusuz marmelatla birlikte Tanrı’nın ya da doğanın sadece birer düzeltmesidir. Bunu, tıpkı havaya atılan çakıl taşının düşmekten başka yapacak bir durumu kalmadığı gibi, dalgaların da okyanus tarafından düzeltilmesiyle kıyıya çarpmaktan başka bir şey yapamayacağına benzetebiliriz.
Eğer bireyler tamamen doğa yasalarına tâbiyse övgü, suçlama ya da kişileri vicdânen bazı şeylerden sorumlu tutmak konu dışı kalır. Biz bazısını hapse, bazısını akıl hastanesine gönderiyor, bazılarına da yaptığı işlerden dolayı ödül veriyoruz. Cezalandırma, suçlama ya ödüllendirme, kişilerin davranışlarını düzeltmede (suçluyu caydırmada, erdemli birini teşvik etmede) gelip geçici bir girdi olarak kullanılıyor olabilir. Tıpkı yaptıkları şeyleri düzeltebilmek için psikolojik açıdan hasta birine ilaç, terapi verilmesi ya da deli gömleği giydirilmesi gibi. Ne var ki kişilerin eylemlerinin sonucunda ahlâkî açıdan neyi hak ettiğinden söz etmek, belirlenimci düşüncede savunulan “kişilerin seçim olanağı bulunmadığı ve istenilenin aksini yapma becerisinden yoksun olduğu” düşüncesi doğrultusunda yanlış olacaktır.
Kant’ın şöyle bir deyişi vardır: “Kişi, belirlenenin aksi bir davranış sergileyemeyecekse ahlâken hiçbir şeyden sorumlu tutulamaz.”
Samsun’da üç yıl önce boşandığı eski eşi E.M.'ye (24) sokak ortasında saldırıp, 5 yaşındaki kızının gözü önünde tekme tokat döven İbrahim Zarap (27), tutuklandı. Saldırgan, polisteki ifadesinde, "Kızımı teslim ederken bana, “Sana bir daha kızı göstermeyeceğim” gibi şeyler söyledi. Bir anda gözüm döndü ve sinir krizi geçirmişim. O yüzden böyle yaptım. Olaydan sonra çevredekiler beni darp etti. Eğer kimlikleri tespit edilebilirse hepsinden şikâyetçi olacağım" dedi.
Bu örnekten yola çıkarsak, “dürtü ve duygularımızın” sorumluluğu nerededir?
Birinin doğuştan, çok özel bir psikojenik/zihinsel bir hastalığı olmadığı takdirde bilerek/isteyerek kötülük yapacağına inanmayanlardanım. Öbür yandan, herkesin kendini tanıyarak, akıl ve mantığı ile (en önemlisi de vicdânı ile) davranışlarının/eylemlerinin sorumluluğunu alması gerektiğini düşünüyorum.
Dün, adını vermeyeceğim itibarlı bir kitabevinden kitap alırken kasadaki genç yaştaki bir çalışan ile sohbet ediyorduk. Bana hiç kişisel gelişim kitabı okumadığını çünkü ilgisini çekmediğini söyledi. Öbür yandan, iyi bir roman okuyucusu olduğunu söyledi. Ben de ona hiç roman okumadığımı çünkü ilgimi çekmediğimi söyledim. Kişisel gelişim kitapları okumanın yararlarından söz ettim. Düşüncesini değiştirir mi bilemem ama kendi adıma sorumluluğumu yerine getirdim.
Kitap okumak, toplumu ileri götürecek bir alışkanlıktır. Tabii ki kitap okuyarak toplumda tüm sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmayız. Bildiklerimizi başkaları ile paylaşarak, başkalarına bu bilgileri öğreterek, hem kendimize, hem de topluma örnek bir kişi olabiliriz.
21. yüzyılda, bir kişinin kendini (dürtü ve duygularını) tanıyarak, kendini daha iyi bir duruma getirmek için gerekli destekleri alması daha doğru davranış olacaktır. Kişinin, düşüncelerini başka kişilere sadece konuşarak aktardığı dönem ile bugün arasında en önemli fark; artık bireyleri eğitecek okulların, kendini geliştirebilecekleri kitapların, videoların ve koçların var olması. Evdeki eğitimin yerini bana göre hiçbir şey alamaz. Sevgi dolu ve bilinçli bir anne babadan daha iyi bir öğretmen yoktur.
"Sevgi ve şefkat eli değmeyen zekâ ve eğitim beş para etmez."
Abraham Lincoln’un şöyle bir deyişi var: “Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız söyleyeyim; Annemdir.” Merhum Doğan Cüceloğlu’nun bir videosunda, “Annem yok, kimsem yok!” sözü beni derinden düşündürttü. Bir baba olarak, ayrıca babamın bana kazandırdıklarını düşününce bunun babalar için haksızlık olduğunu da düşündüm.
Sonuç itibariyle, anne ve babanın bir çocuğun gelişimindeki yeri farklı. İkisinin de ayrı değeri vardır.
Bugün medya ve sosyal medya üzerinden sürekli şiddet haberleri vereceğine, toplumu sağlıklı duruma getirecek haberlere, söyleşilere ve önerilere çokça yer vermesi; kötü örnekler kadar iyi örneklere de yer vererek bireylere hem bir vizyon, hem de umut verecektir.
En büyük mahkeme, -bana göre- kişinin kendi vicdânıdır. Vicdân, aynı zamanda adâlet düşüncesi, hak verme düşüncesidir. Vicdân, kişinin kendi ahlâkî değerleri ile yapmış olduğu ya da yapmak istediklerini sorgulatan kişilik özelliğidir, bir iç sestir.
Kişiler, kötülüğü, vicdânı zayıf olduğundan dolayı yapar
Vicdânın da okulu, evdeki eğitimden ve çocuklara verilen koşulsuz sevgi ile elde edilir. Dünyada yalansız, çıkarsız tek sevgi, anne ve baba sevgisidir. Gerisi çoğunlukla kuşkuludur.
Günümüz, kapitalizmin yaşam biçimi ile toplumda bireyler, bencil, kıskanç, hırsız, yalancı, çıkarcı olmaya başladı. Merhamet ve vicdânın olduğu her yerde, barış ve kardeşlik olur.
"Sadece şefkat iyileştiricidir; çünkü kişinin içindeki tüm hastalıklar,
sevgi eksikliğinden kaynaklanır." (Osho)
Sevgilerimle,
Taner Özdeş
---
Bu yazının dil bilgisi düzenlemeleri,
FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü ( FaRkLaR.net )
tarafından sağlanmıştır.
Comments powered by CComment