Pazar yazılarını büyük bir keyifle on yılın üzerinde yazıyorum.
Amacım toplumda pozitif bir kelebek etkisi gerçekleştirmek. Her yazarın en büyük korkusu yazacak bir şey bulamamaktır. 34 yaşından beri kitap ve makale yazıyorum, bu sorun ile hiç karşılaşmadım. Bunun en önemli nedeni ise bitmeyen merakım, çok okumam, insanları ve olayları gözlemlemem ve kendi üzerimde sürekli çalışmam.
30 yaşlarımdaki dünya ile bugünkü dünyayı karşılaştırdığımda, insanın üzerindeki yük kat ve kat fazladır. Bunun en önemli sebebi yanlış veya doğru bilginin fazlalığı, dikkat dağınıklığı ve sosyal medyanın insanlar üzerindeki olumsuz etkileridir.
Bugünkü Hürriyet Pazar ekinde Sophie Loren’in röportajını okudum: “Evden çıkmak içimden gelmiyor. Evimde kitaplarımla mutluyum. İnsanların daha çok insanlığa ve empatiye ihtiyacı var.” diye söyleşi vermiş. Bu yorumun kime faydası var ki! Toplumda fark ve değişim yaratması gereken kişiler şikayet ederse, bu sorunları kimler çözecek !
Sorunlar her yerde var.
2020 yılı ülkemizin başına gelmeyen kalmadı. İzmir depremi toplumda derin bir etki bıraktı. Ama, korkarım yine bir şey değişmeyecek. Ülkemizde denetlenemeyen 453.000 müteahhit, Almanya'da devlet denetiminde 3.500, komple Avrupa’da ise toplam 25 bin müteahhit var. Canı çeken herkes müteahhit olabilir, Türkiye'de. Ülkemizde kanunlar çoğunlukla uygulanmıyor veya kişiye göre yaptırımlar gerçekleşiyor. İnşaat sektörü de bunun en başında geliyor. En kolay rant inşaat sektöründe gerçekleşiyor. Denetim zaten hiçbir alanda uygulanmayan fuzuli bir iş gibi görülüyor.
Türkiye fakir bir ülke değil! Her konuda zengin kaynaklara sahip. Ama bir türlü gelişemeyen bir ülke. Mustafa Kemal Atatürk’ün on senede yaptığını 87 yıldır gerçekleştiremiyoruz. Nedenlerini saymaya kalksam Yılmaz Özdil’in yazdığı gibi çok uzun bir makale çıkar. Amacım bu değil!
Benim inancım bir toplumun ileri gitmesi için doğru bir neslin yetişmesi gerektiği.
Üniversite tahsilimi Amerika’da gerçekleştirdim. Dünyanın en medeni ülkelerinde genç yaşlarımda bulunma şansı elde ettim. O ülkelerde de benzeri problemler var. Ancak, bu ülkeler belli konularda taviz vermezler. Bunlar nelerdir:
Eğitim, Adalet ve Vergi.
“Medeniyetin ilk şartı adalettir.” Freud
Finlandiya ve Danimarka gibi ülkelerde ise eğitim sistemi en üst seviyededir, tüm topluma eşit dağıtılmaktadır. Amerika ve İngiltere’de burs sistemi ile birçok yetenekli gencin hayallerine ulaşmalarına az da olsa şans tanınmaktadır.
Ülkemizde gördüğüm en önemli iki sorun; aile eğitimi ve çevre faktörüdür (buna kültür de diyebilirsiniz). Bir insanın karakterine, öz-güvenine ve öz-saygısına en çok etken eden ailesinden 0-6 yaşları arasında aldığı ahlak, görgü ve terbiyedir. Bu eğitimi okulda alamazsınız. En önemli sorunumuz bu konuda çok bilinçsiz olmamızdır. Herkes evlenebilir. Çocuk sahibi olabilir. Ama doğru anne ve baba olamaz!
Bunun dışında toplumumuzda kadın ve erkek ilişkileri. Kadınlara toplumumuzda verilen roller. Görücü usulü ve akraba evlilikleri. Eğitim sistemi de aile eğitiminden sonra bir insanın geleceğini çok etkiliyor. Eğitim sistemimiz ezbere dayalı, öğrenmeye değil sınıf geçmeye yönelik bir sistem. İnsanımız iki şeyi okullarda öğrenemiyor; düşünme/araştırma ve kendini doğru ifade edebilme.
Hayatımın son 23 yılını kişisel gelişime adamış biri olarak, kitap okumanın ve yabancı dil öğrenmenin önemini vurgulamak isterim. DEHA’lar ve YETENEKLİ insanlar medeni ülkelerde kitap okurlar. Bir insanın haftada 1 en az ayda bir kitap bitirmesi gerekir. Atatürk, 57 yaşına kadar savaşa rağmen 3997 kitap okumuş. Bir söyleşisinde, “ben bu kitapları okumasaydım Atatürk olamazdım” söylemiş.
Son olarak da “ahlak ve görgü” bir çocuğun geleceği için çok önemlidir. İnsanlar her şeyi çevrelerinden görür ve öğrenirler. Bugün İzmir’de yaşadığımız depremde sorun depremden çok yıkılan binalarda kullanılan malzemedir. Bir insanın başka bir insanı öldürmesi ile, depremde yıkılacağını bile bile bina inşaatı yapması arasında ben bir fark göremiyorum. Vicdan ve ahlak bir toplumda olmazsa, adalet de olmaz. O toplumda sadece kötü davranışlar, kabalık ve güç prim yapar. İyilik ise, “salaklık” veya “saflık” olarak görülür.
Bu yazıyı yazmamda amaç artık “millet” olarak uyanmamız ve bireysel olarak hepimizin başkalarını suçlamadan, whatsapp/sosyal medya üzerinden bilgelik taslamadan ve devletten her şeyi beklemeden kişisel sorumluluk almamızdır. Önce doğru insan olmak, sonra da doğru ve ahlaklı bir nesil yetiştirmeyi hedeflemeliyiz. En önemli olan değerlerimizi hatırlamalıyız, “sevgi, saygı, misafirperverlik, komşuluk, yardımseverlik ve hoşgörü”
Bunları yapmazsak sadece kendimiz değil, geleceğimizi de tehlikeye atacağız.
Atatürk şu sözleri ne güzel ifade etmiş: “Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için yeterlidir. “
İki güzel sözle kendimi daha doğru ifade edeceğimi düşünüyorum:
“Gerçek uygarlık insanın yüreğinde değilse, hiçbir yerde yoktur. “Dunamek
“Uygarlık, eğitimle yıkım arasındaki yarıştır.” H. G. Wells
Bugün bir okuru Doğan Cüceloğlu'na aşağıdaki yorumu göndermiş.
“Sevgili Doğan Bey, Büyükçekmece’de yaklaşık 500 haneli bir sitede yaşıyorum. Sitenin sosyal mesafeyi koruyarak yürüyüş yapılabilecek bir bahçesi ve yanında bir açık otoparkı var. Sabah 7’de bu açık alanda yürüyüş yapıyorum. Bu sırada sizin, Polat Doğru’nun, Tülay Kök’ün ve Ayşe Bilge Selçuk’un videolarını dinliyorum, farkında olmadığım şeyleri fark etmemi sağladığınız ve öğrettiğiniz için teşekkürler.
Benim gibi aynı saatlerde yürüyüşe çıkan komşular var, güvenlik ve temizlik görevlileri var. Artık uzaktan birbirimize göz aşinalığımız da oldu. Fark ettim ki kimse kimseye selam vermiyor, günaydın demiyor. Bu konu git gide dikkatimi çekmeye başladı. Ben günaydın deyince karşılık veriyorlar fakat ben demezsem günaydın diyeni daha görmedim. Üstelik bazıları günaydın dememe çok şaşırıyor, cevap vermeyen dahi oldu, belki duymamıştır diyelim. Genelde ileri yaşlardaki teyzeler içten ve gülümseyerek karşılık verirken yaşıtlarım veya daha gençler çok isteksiz karşılık veriyor.
Bu konuda iki şey düşündüm. Birincisi, insanlar neden birbirine selam vermez? Sadece küs olanlar selam vermez gibi geliyor bana. Biz toplum olarak birbirimize küs gibi mi yaşıyoruz?
İnsanlara ilk adımı atmak mı zor geliyor yoksa? Ben her gün selam vermeye devam etsem bir şeyler değişir mi?
İkincisi ise; bu durum benim neden dikkatimi çekti, hatta belki rahatsız etti? Kimsenin bana selam vermesine ihtiyacım yok fakat daha pozitif bir ortamda olmak beni mutlu ederdi gibi geliyor. Pek çok farklı ülkede bulunmuş biri olarak, oralarda insanların selamlaşmasının sadece tanışıklığa bağlı olmadığını gördüm. Bunu ülkemde de görmeyi isterdim.
Medeniyetin ülkemize gelmesi dileklerimle
Sevgilerimle,
Taner Özdeş
Comments powered by CComment