Yazı yazmak bana çok iyi geliyor. Duygularımı, düşüncelerimi, hayallerimi, projelerimi, gözlemlerimi insanlar ile paylaşmak, bunu yaparkende ruhumun bedenimden ayrılması müthiş bir şey. Bu seferki yazımda sizlerle Fransa Megeve kayak tatilimi ve Cenevre’de halamı ziyaret esnasında yaşadıklarımı paylaşacağım.
Her yıl ailece yurtdışında yaptığımız kayak seyahati, eşimin geçen sene kayaktan biraz soğuması, büyük oğlum Cem’in Üniversite sınavı sebebiyle bu sene kayağa gelememesi sonucunda bu sene bir anda ne yapacağımı bilemedim. Her yıl ailece yaptığımız kayak seyahati benim için yorucu bir yılın ardından nefes alıştır, meditasyondur, ayrıca çocuklarımın sömestir tatiline denk getirererek, onlarla doya doya 1 hafta tatil yapmak benim için büyük mutluluktur. Kardeşim ve eniştem de iyi kayakçı oldukları için onlara sordum. Onlarda bu sene Megeve’e bir arkadaş grubu ile gideceklerini söylediler. Bana cazip geldi. Eniştem Ali çok iyi kayakçıdır, kardeşimle zaman geçirmek bana her zaman keyif verir. Oğlum Emre ( oğlumlada bir hafta baba oğul gibi yaşamak bana ayrı bir keyif verecekti) ile bu seyahata gitmeye karar verdim. Gidişte ve dönüşte Cenevrede yaşayan halamda kalmaya karar verdik. Halam uzun yıllardır İsviçre’de yaşamasına rağmen ne Türkiye, ne de İsviçre’de biraraya gelme fırsatı bulamıyorduk.
Halamın bana küçükken emeği çoktur, beni eğlendirmek için karagöz/hacivat oynatmaktan, birlikte beni gezdirmesi. Dedemde kaldığım akşamlarda mutfaklarında yemek yerken mutfak perdesinin önünden yürüyen insanları sinemaya benzetip “ ah.. pinema” diyerek gülüşmelerimiz halam ile yaşadığım güzel anılar arasındadır. Sonrasında benim Amerika’ya gitmem, erken evlenmem, halamın İsviçre’de evlenerek yaşama kararı bizi birbirimizden uzaklaştırmıştı. Sonra yazdığım Satışın 10 Altın Kuralı kitabımı okuması ( hatta iki kere okuması) , Internet’ten web sitemde www.tanerozdes.com yazdığım yazıların hiçbirini kaçırmaması bizi yine birbirimize yakınlaştırdı. Ben evrendeki enerjiye inanan biriyim. Bu seyhayat sanki evren tarafından planlanmış ve kendimi halacağımın yine yanında bulmuştum. Hemde kızkardeşim Ayşe ile birlikte. Ne müthiş bir mutluluk .
İsviçre’ya vardığımızda havalimanından İsviçre kapısında bizi Servet eniştem karşıladı. Her zamanki suratındaki kocaman gülümseme, onu görünce hepimiz çok sevindik. Bir baktık halam da orada, mutluluğu gözlerinden okunuyor. Halam ve eniştem ilerleyen yaşlarına göre o kadar genç duruyorlar ( darısı başımıza dedim) . Yakın bir emekli öğretmen Türk arkadaşlarınıda yanlarına alarak 2 araba ile bizi karşılamaya gelmişler. Her beraber doğruca evlerine gittik. Cenevre’nin tam merkezinde, otoparklı bir apartman dairesinde oturuyorlar. Evde sadece 2 oda olmasına rağmen, kendileri salonda yatarak bizi konuk ettiler. İşin güzel yanı bizi rahat ettirmek için nasıl çabalıyorlar, her isteğimizi yerine getirmek için var güçleriyle servis yapıyorlardı. Sevgi, incelik, alçakgönüllük, nezaket içten gelir demişler. Ne kadar doğru? Yeğenim Kaan’da bizimle. Genlerimizdeki tüm hiperaktifliği almış, zeki, atılgan, duygusal, sınırlarına sığmayan bir çocuk. Evde ayrıca bir kedi “Luna”. Halamın tek bir kızı var ; Sedef, şu anda Paris’te yaşıyor. 10 Temmuzda kalp cerrahı sevgilisiyle yeni dünyaya kucak açacacaklar. Sedef, dört , beş lisans bilmesi dışında çok iyi bir finansçı olmasına rağmen, müstakbel kocası için mesleğini bırakıp Paris’in yolunu tutmuş. Paris’te Unesco’ya yaptığı iş başvurusunda son beş kişi arasına girmiş. Umarım başarılı ve mutlu bir hayatı olur.
Halamlarda kısaca oturduktan sonra yarın kayağa gideceğimiz için Cenevre’nin merkezine yürümeye karar verdik. Ne kadar sessiz, sakin bir şehir. Hava karanlık, kuru soğuk, insanlar birbirine bakmadan yürüyürlar. Kimse kimse ile ilgilenmiyor, korna sesi yok, bağrışma, çağrışma yok. Tam bir huzur şehri. Dünyanın bütün dev örgütleri burada, dünyada bütün zenginlerin paraları burada, Üniversite konusunda geniş seçenekleri olan, Fransa’ya, İtalya’ya, Avusturya!ya heryere araba veya tren mesafesinde olan çukulata, saat, rachlet, fondue mücehverleriyle meşhur bir ülke İsviçre. Zurich, Motrö, Lozan, Lugano hepsi birbirinden güzel şehirler. Tek kusuru çok pahalı olması. Şehirde mağazalara bakıyoruz, gözümüze sürekli dünyanın en ünlü saat markaları takılıyor. Gözümüzü alamıyoruz... Önce cafede kahve içtikten sonra güzel bir restoran, markete giriyoruz. Her yer peynir, Fransa tam peynir ülkesi, İsviçre’de nasibini alıyor. Peynirlere bakmaya doyamıyoruz. İsviçre ve Fransa’da yemeniz gereken tek şey et.. Her türlü et tadına doyum olmuyor. Bu kalitede et ve peyniri Türkiye’de yeme şansınız yok.
Akşam halamın evinde Rachlet şöleni ve tadına doyumsuz şaraplar. Peynir, şarap ve et. Bu üçlü insanın 1 hafta en az 3 kilo almasını garanti ediyor. Boşuna direnmeyin. Akşam yemek masasında sohbet, sohbeti açıyor. Gülüşmeler, özlemler gidiriliyor. Aile gibisi yok. Kıymetini bilene. Kendimi bu evde yine çocukluğumdaki ufak Taner’e dönüştüğünü görüyorum. Stres, sorumluluk ve yorgunluk, yavaş yavaş tatilin keyfinin verdiği tatlı bir mahmurluğa dönüşmesine sebep oluyor.
Sabah muhteşem kahvaltı sonrasında eniştem ile Rent-a-Car’dan arabamızı almaya gidiyoruz. Ucuz olsun diye arabamı İsviçre’nin Fransa kapısından kiraladım. İsviçre’den Fransa sınırında U dönüşü ile havalimanın Fransa kapısından arabamızı aldık. Eve dönüp herkesi de alıp Fransa maceramız başlamş oldu. Otobanda tabiiki kaybolduk. Çünkü tabelalarda Megeve’i arıyorduk.. Yolda duran bir Tır şöförüne “Megeve nerede” diye sordu eniştem. Adam döndü “Önce bir merhaba, iyi günler yok mu!” dedi. Ne güzel bir ders vermişti. İsviçre’de veya Fransa’da yürürken insanlar size gözgöze gelirseniz “ Merhaba, iyi günler” derler. Ülkemizde böyle bir alışkanlık maalesef yok. Avrupalılar bizim kadar duygusal, hassas, duyarlı olmadıkları kesin, ama nezaket ve görgü konusunda öğreneceğimiz çok şey var.
En sonunda Megeve vardık. Megeve Cenevre havalimına 1.5 saat mesafede. Türkiye’nin Uludağ’sı gibi. Büyüleyici bir kayak merkezi yapmışlar. Marka dükkanlar, Cafeler, Barlar, Publar, Klise, Atlı arabalar, Jazz klübü, Kumarhane bile var. Burayı seven Türkler 20 senedir buraya geliyorlar. Pistler çok iddiali kayakçılar için sıkıcı olabilir. Ama Alp dağlarının yakınında kaymak, dünyanın sayılı kayak merkezlerinden Chomanix 45 dk mesafede olması burayı çok cazip bir kayak merkezi yapmış. İlk gün kaymamaya karar veriyoruz. Otelde hafif bir yemek ile geçiştiriyoruz. Otel çok şirin, odalar çok keyifli döşenmiş. Otelin lobisinda şömine olması çok hoşuma gitti. Bu organizasyonu yapan eski bir okul arkadaşım ve yıllarca İsviçre’de çalışmış bir bankacı Onur. Onun ile birlikte gelen diğer kişileri de birini Amerika’daki üniversiteden, bir diğer aile bizim sürekli görüştüğümüz ( orada olduklarını bilmediğimiz) arkadaşlarımız. Herkes zaten birbirine yakın kişiler. Hemen herkes kaynaştı. Gündüzleri bol güneş eşliğinde kayak ve uzun süren şaraplı öğlen yemekleri. Yemek sonrasında tabii ki tempo yavaşlıyor. Kayak sonrasında Apre-ski partileri ( yurtdışında kayak sonrası müzik eşliğende herkes içer, dans eder ) bu bir gelenektir. Akşamüstü satranç, şömine önümde kitap okuma veya ufak uyku kaçamakları.
Akşam yemekleri tam bir peynir, et ve şarap şöleni. Yemekler 2-3 saat sürer, şaraplar birbiri ardına içilir. Şarap kalitesi Türkiye’den çok farklıdır. İklim ve üzüm faklıdır. Bir akşam bir arkadaşımızın eşinin doğumgünü için güzel bir lokale gittik. Piyano eşliğinde Hollandalı bir kız o kadar güzel söylüyordu ki, hepimiz piste çıktık. Uzun zamandır bu kadar dans etmmiştim. Bir anda Hollanda’lı kız ile Türkler arasında bir bağ oluştu, eniştem mikrofonu eline aldı , birlikte şarkı söylediler. Birlikte tempolar tutuldu. Bizim dışımızda sadece Ruslar vardı. Onlarda sürekli içip, şarkılar söylüyorlardı. Ruslar, Türkler gibi eğlencede birbirleri ile rekabet edecek kadar başarılı bir topluluk.
Ertesi sabah, kaldığımız otelin sahibini resepsiyonda yakaladım. Servisten şikayet ettim. Kadın birden bana içini dökmeye başladı. Adam bulmak o kadar zor ki. Burada çalışan bir görevliye 1.850€uro , yemek ve bedava kalacak yer vermemize rağmen, eleman bulamıyoruz.
“Neden” dedim. Çünkü çalışmadan işsizlik sigortasından yan gelip yatmak işlerine geliyor . İşsizlik sigortasi 1.000€ ya yakın. Süresi, 24 ay .. Ama, işe girip 1 ay çalışsaslar, süre tekrar başlıyor. Kişi çalışmadan yaşıyabiliyor. 2,000€’nun altinda eleman bulmak imkansiz. Hemen yanımdaki oğluma döndüm, burada staja ne dersin?
Hafta ortasinda dünyanın önde gelen kayak merkezi Chamonix'e gitmeye karar verdik. Olimpiyat yarışlarının yapıldığı 3,000 metrede uçsuz bucaksız Alp dağlarında kaymak muhteşem , ama riskli. Kaybolsanız sizi bulmaları imkansız. Teleski, kabinler ile insanları kilometrecelerce bir dağdan öbürküne taşıyorlar. İnanılmaz yatırımlar. Hafta içi olmasına rağmen yinede kayan binlerce insanı görmek mümkün. Günübirlik gittik. Talihsiz bir şekilde kızkardeşimin kayağı öğlen yemeği esnasında çalındı. Herkesin neşesi kaçtı. Ama kızkardeşim bu olayı büyük bir olgunlukla karşılayınca günümüz rezil olmadı. Sonra şehire indik. Yine çok şirin bir kayak merkezi. Türkiye’de kayak merkezlerinin yanına da böyle butik şehirler kursalar ne kadar güzel olur diye düşündüm.. Bir Cafe’de oturduk. Etrafta insanlar hertarafta insanların enerjisini okumak mümkün. Mağazaları gezerek Megeve’in yolunu tuttuk.
Seyhatimizin 6. gününde sabah şiddetli bir kar başladı. Kar tanelerini hiç bu kadar büyük görmemiştim. Kar duracak gibi görünmüyordu. Yürüyüş yapmaya karar verdik. Doğa o kadar güzeldi ki, 40 cm karda 1.5 saat yürüyüş yaptık. Rahatlamıştım, içime huzur düşmüştü. Hiç karda düşünmeden, sadece doğa ve tabiati izleyerek saatlerce yürümediyeseniz, muhakkak deneyin. Müthiş bir deneyim. Beynim en sonunda sıfırlandı. Kardeşim ile uzun uzun sohbet ettik, onu özlemiştim. İnsanın kardeşi ile her konuda anlaşması, birbirini kıskanmayı bırak, birbirinin iyiliği için mücadele etmesi çok az insana nasip olur, bu da annem ve babamım bizi eşit sevmesi, eşit büyütmesinin başarılı bir sonucu.
Ertesi gün artık seyahatimizin son gününe geliyoruz. Kabinde çıkarken Fransız bir adam, yaşlı 80 küsür yaşında bir bayanın ayakkabalarını eğilip bağlaması çok hoşuma gitti. Takdir ettiğimi belirtir bir gülümseme ile adamı selamladım. “Bana nerelesin” dedi..”Türküm” dedi. “ Ben Türkiye aşık birisiyim dedi.Ülkeniz muhteşem, insanlarınız muhteşem,” Size bir sorum olacak dedi “ Türkiye, niye Avrupa birliğine girmek ister. Avrupa’nınn durumu daha kötü!” Bende ne cevap vereceğimi bilemedim. “Yine de belli insanlar için avantajları olabilir. İş bulma ve politik sebeplerle bu konu gündemde tutuluyor” dedim.
Ama düşününce Türkiye’nin potensiyeli Avrupa’nın önünde. Biraz daha sahip olduklarımızın kıymetini bilebilsek, birbirmizi kıskanmak yerine desteklesek. Ne kadar güzel olurdu.” Yurtdışına gidince Türkler birbirini görünce kaldırım değiştirir, gözlerini kaçırır veya Türk olarak fark edilmemek için elinden geleni yapar. Nasil bir duygu bu. Niye birlik ve beraberliğimizi fırsata döndürmüyoruz.
Dönüşte yine halamda kalacaktık. Bu beni çok sevindiriyordu. Servet eniştem bizi otobanda bir benzinciden karşıladı. Bu nasıl bir misafirperverlik. Ne kadar şanslıyım diye düşündüm.
Hepberaber eve geldik. Benim oğlan hasta GS’lı, Halamın evinde Digitürk var ama Ligtv yok.
Eniştem, hade hep beraber lokalde izleyelim dedi. Halam damadının gönderdiği şampanyayı içmeden olmaz dedi. Şampanyayı keyifle içtikten sonra ( gazoz tadı vardı, ama lezzetliydi)
Şehir dışında büyük bir spor kompleksine gittik. Buz pateni maçları yapılan bu yerde, ayrıca Türklerin de çalıştığı bir restoranın arkasında 7-8 Türk maçı seyretmeye başladık. GS maalesef Kayseri’ye karşı kötü bir maç çıkardı. Ama eğlenmiştik. Devre arasında gençlerin Buz hokeyi maçını seyrettik. Ne güzel oynuyorlardı, sert bir spor olmasına rağmen seyretmesi çok zevkliydi. Sonuçta top yerine oyuncular sopalarla buz üstünde ufacık bir metal parçayı kaleye atmaya çalışıyorlardı. Zevkle izledik .
Akşam halamın yine yemek şöleni vardı. Önce karides çorbası, arkadan jumbo karides, samon, mantarlı risotto ve patates ograten. Harika bir şarap eşliğinde yedik. Arkadan Digitürk açıldı. Ben İstanbulda TV pek seyrek seyrederim. Acun’un yetenek yarışmasını hep beraber izledik. Ülkemizde ne güzel yetenekler var. Gurur duydum. Arkadan Wipe-out diye Arjantinde çekilen bir komik yarışmayı kahkalarla izledik. Hiç bu kadar gülmemiştim. Evdeki kedi (Luna) o kadar mutluydu ki. Evdeki kalabalık oluşumuz , enerjimiz sanki hoşuna gitmişti. Oradan oraya sıçrıyor, ama kendini kesinlikle sevdirmiyordu. Yeğenim Kaan ile arası iyi değildi. Oğlum Emre’yi çok sevmişti: Emre, evimizdeki Susam ile de en çok oynayan kişidir. Sanirim Luna bunu anlamıştı
Akşam yatma zamanı gelmişti. Halam ve eniştem, salonda biz onların odalarında yattık. Bizi kral gibi ağırladılar. Ne kadar teşekkür etsem azdır. Son sabah yine bir kahvaltı şöleni. 7 çeşit peynir ve sucuk !! Hiç bu kadar lezzetli sucuk yememiştim. Artık havalimanına gitme zamanı gelmişti. Eniştem bize havalimanına kadar eşlik etti: Ne büyük incelik. Eniştem ve halam ile 10 Temmuz’daki Sedef’in düğününde buluşmak için vedalaştık
Bu yazıyı uçaktan yazıyorum. Yanımda iki kitap götürmüştüm, Aret Vartanya’nın “Bir Nefes İstanbul” ve Matthew Kelly “Perfectly yourself”.. O kadar doğru seçimlerdi ki.. İlerki yazılarımda sizlere bu kitaplardan bahsedeceğim. İki kitapta beni düşündüren kitaplardı.
Dönüş yolculuğumda, yeni tanıştığım- uçakta birlikte seyahat ettiğim- İsviçre’de uzun yıllardır çalışan bir bankacı işadamı ile sohbete başladık. Bana, İsviçre’de birçok Türk derneğin ( gizli amaçlar için kurulduğunu) olduğunu ve aralarında hiçbir işbirliği olmadağından şikayet ediyordu. Türkler yurtdışında yaşadıkları ülkeler uyum sağlamak yerine lisan öğrenmeyi bile kimlik kaybı olarak görerek isole bir şekilde yaşıyorlar. Yurtdışında Türkler birlikteliğin gücünü kullanmıyorlar, birbirlerinin işine köstek oluyor veya birbirleri yerine yabancılarla iş yapmayı tercih ediyorlar.
İşadamı konuşmaya devam ediyor. Avrupa toplam 3,5 milyon kadar Türk yaşıyor, bunun 2,5 milyonu Almanya’da. Almanya’daki Türkler yaşadıkları topluma uyum sağlamayı bırakın, lisan öğrenmeyi bile reddediyorlar. Bazıları çocuklarını okula bile göndermiyor. Son 4-5 yıldır, Türkiye Avrupadan iyice uzaklaştı. Türkiye ile ilgili en önemli olaylar bile Avrupa basınında yer almıyor. Örnek verecek olursam Türkiye İsrail Büyükelçisinin İsrail Dışişleri bakanı tarafından küçük düşürülmesi basında geniş yer alırken, İsrail’in özürüne hiçbir basın medyası yer vermedi. Türkiye Avrupa’da kendini yeterince tanıtamıyor ve yanlış algılanıyor. İki farklı bakış açısı ! Avrupalı tanuştığım kişiler ülkemize pozitif bakarken, yurtdışında yaşayan kendi insanımız negatif düşünüyor.
Bu seyahat esnasında çok dinlendim, eğlendim, biraz kilo aldım ve oğlum Emre ile güzel bir tatil yapmış olduk. Sevgili eşim Neylan’a da bana bu fırsatı verdiği için teşekkür etmek lazım.
Seneye Üniversite hazırlığı sırası oğlum Emre’de. Seneye de sevgili oğlum Cem ile buna benzer bir seyahat yapmayı planlıyorum.
Sevgilerimle
Taner Özdeş
Comments powered by CComment