Andrea Bocelli’nin, 60 yaşına ithafen düzenlenen konserini Youtube’da izlerken, içimde bir kıvılcım oldu. Bir ay sonra (17 Kasım’da) 60 yaşıma gireceğim. 60 yaşımın onuruna, bazı şeyler daha yazmak istedim.
“50 Yaş Gözüyle” kitabım da böyle doğmuştu.
Birkaç aydır, yazılarıma ara verdim. Yazıları web siteme ekleyen Eda, “Taner bey, uzun süredir yazı yazmıyorsunuz. Dikkatimi çekti.” dedi.
Nedeni, “Satışın 10 Altın Kuralı”nın devamı olan kitabıma odaklanmak ve tamamlamaktı. 2009 yılında başladığım bu kitabı, bir türlü sonuna getiremedim ve tamamlamak için yazılarıma bir süre ara vermeye karar verdim. Bu akşama özel, bu yazımı yazmak için bir istisna yapıyorum.
Bu akşam, yazmayı çok istedim. Yine, gelen bilgileri sizinle de paylaşacağım. Yazarlığın en zevkli yanı da budur. Ne zaman yazacağınıza kendiniz karar veremezsiniz!
“60 yaş”, benim için ne ifade ediyor? “50 Yaş Gözüyle” başlıklı önceki yazımı, sonra da kitabımı yazmamın bir nedeni vardı. 100 yaşına kadar yaşamam, mucizelere kalacağından, 50 yaşın çok değerli olduğunu düşünerek, geçmiş 50 yılımın muhasebesini yapmak istemiştim. Son on yılda, yaşamımda çok büyük değişikler oldu mu?
Nereden baktığımıza bağlı. İki oğlum evlendi. Bir torunum (Lâl) oldu. 23 yıldır genel müdürlüğünü yaptığım Infonet’i, bir İngiliz şirketi ile birleştirdik. Kendi Youtube kanalımı, “Taner Özdeş Akademi”yi kurdum.
60 yılda, kendimi gerçekleştirmeyi ne kadar başarabildim? Yaşama karşı ne kadar korkusuz ve cesaretliydim? Egoma, çevreme, olumsuz koşullara karşın kendimi ne kadar geliştirmeyi başardım?
İlber Ortaylı’nın şu sözüne tamamen katılıyorum: “Merakınızı anlayacaksınız, yeteneklerinizi tartacaksınız ve eksiklerinizi göreceksiniz. Batılıların ‘self-made man’ dediği, kendini inşâ eden kişi budur. Bu kişinin çabası, kendini adım adım tamamlama, sürekli üstüne koyma yönündedir.”
Yaşamım ve kariyerim boyunca çok sayıda hata yapmış olabilirim ama hiçbir zaman kendim olmaktan vazgeçmedim. Zaman zaman, bu konuda çok zorluk, engel, eleştiri ile karşılaştım. Bunu yapanlar, bazen en yakınlarımdı. Eleştiriler, sadece beni daha da güçlendirdi. Kendime inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. Kişi, inanabildiği kadar yapar ve yapacaklarının sınırı, inandığı kadardır.
Stefen Zweig, “Bir kez kendini bulmuş olan kişinin, yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendindeki insanı anlamış olan tüm bireyler anlar.”
Salgın dönemi, çoğumuz için bir uyanıştı. Sonrasında da salgındaki bazı alışkanlıklarımızı sürdürmeye devam ettik. Örneğin, eşimle ve kendimle daha çok zaman geçirmeye başladım. Gereksiz etkinliklere katılmamayı ve zamanımı daha çok kendimle geçirmeye karar verdim. Evimde daha çok zaman geçirmeye başladım.
Sosyal medyada geçirdiğim zamanı, daha çok kişiye ulaşmak olarak gördüğümden, bu zamanımı sınırlamadım. Özellikle LinkedIn’de daha çok yoğunlaştım. LinkedIn sayesinde, çok sayıda değerli kişiyle tanışma fırsatı buldum. Youtube kanalım sayesinde birbuçuk milyon kişiye ulaşma olanağı elde ettim.
Gelecekte de kitaplarım, yazılarım ve videolarımın olması, beni çok mutlu ediyor. Bunlar, tüm bilgi, deneyim, emek ve ürünleri sonsuzluğa ulaştıracaktır.
Bu yazımı yazarken, Bocelli’nin kadife sesiyle görme engeline karşın ne kadar çok kişiye dokunduğunu ve insanlığa katkısına tanık oldum. Engeller bizi durdurmamalı, farklı yollar bulmamıza neden olmalı diye düşünüyorum.
Bugün, bilim, sanat ve sporun da katkısı, gün ve gün artmakta. Voleybol ’da kızlarımızın başarısı, üç futbol takımımızın futbolda Avrupa Kupaları’nda oynaması... Yüzmede, teniste, okçulukta çok önemli başarılara imza atmamız, gelecek kuşaklara önemli mesajlar vermekte... Kuşaktan kuşağa aktarılan “ezikliğimiz”, kendimizi “değersizleştirmemiz” ve “özgüvensizliğimiz”e bir son vermenin zamanı gelmedi mi? Sadece, Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasına sığınmak yerine, hepimiz bir Mustafa Kemal olmayı hayâl etsek ve sağlasak olmaz mıydı?
Ne yazık ki, coğrafyamız, kültürümüz ve toplum olarak birbirimize güvensizliğimiz, kendimizi, ülkemizi ve insanımızı değersiz görmemiz, ileri gitmemiz konusunda en büyük engel.
Cumhuriyet’in 100. yılını 21 gün sonra kutlayacağız. Bu heyecanı göremiyorum. Siz görüyor musunuz?
Çevremizde artan tehditler, göç ve iklim krizleri, dünyadaki artan gelir adâletsizliği, gelecekle ilgili umutları azaltmakta; artan ekonomik kriz, yükselen faizler ve işsizlik, dünyada 80’li yıllardaki bolluk, bereket ve umutların aksine karamsarlığımızı her geçen gün artırıyor.
Önce kayınpederimi yaşamış olduğu sağlık sorunları ve sonrasında kaybetmemiz, sonrasında babamın sağlık sorunları, yaşlılık konusunda bende büyük farkındalık yarattı. Anne ve babamın, yaşlı bakım ve huzurevinde yaşama kararını önce kabul edememiştim. Sonrasında bu düşünceye biraz daha alışmaya başladım. Yaş ortalamasının artması ile yaşlıların bakımevini yeğlemesi, son derece yerinde bir karar diye düşünüyorum.
Gençken, çok çalışıp para biriktirip 60’ında emekli olma düşüncesi, tüm yaşıtlarım tarafından kabul görürdü. Bugün, bu düşünce, bana çok uzak. Emeklilik, iş yaşamını bırakmak ve çalışmadan zamanını hiçbir iş yapmadan sevdiklerimizle, torunlarımızla zevkli bir yaşam olarak tanımlanırdı. Bugün ise “emeklilik”, bu tür bir yaşam tarzına gerek olmadan kişinin daha zevk alacağı hobi vb. etkinliklerle zaman geçirmesi, belki tekrar okula dönmesi, zamanını tek bir iş yerine farklı işlerde değerlendirmesi olarak görülmektedir. Bir şey yapmadan yaşamı sürdürmenin zihinsel, fiziksel ve duygusal olarak kişiye zarar vermesi ve de Alzeimer hastalığının 60 yaşlarında bile başladığına dair çevremizde çok sayıda örneğin olması, yaşlılığa bakış açımı değiştirmeye başladı. Emekliliğin tanımı değişti. Kişi, ölünceye kadar bir şey üret(ebil)meli.
60 yaşında olmak ile 50 yaşında olmak arasında ne fark var diye sorarsanız, en önemli farkı, kişinin yaşama bakış açısında ciddi bir farklılık olduğunu söyleyebilirim. 60 yaşında, öncelik, daha çok kendimiz oluyor. Sevdiklerimizin ve ailemizin değerini daha iyi anlıyoruz. Gençliğimizde yaptığımız çoğu hatayı yapmıyoruz. Zamanımıza ve kendimize daha çok değer veriyoruz. Daha çok yapmak istediğimiz şeylere zaman ayırıyor, gereksiz toplumsal etkinliklere, gereksiz kişilere zaman ayırmak istemiyoruz.
Bir kişinin kaç yakın arkadaşı ve dostu vardır/olmalıdır? Bu sayının yaşla ve hızla azalması, daha önceleri bana pek mantıklı gelmemişti. Bugünkü farkındalığımla çok iyi anlıyorum.
Avusturya Lisesi’nden mezuniyetimin 40. yılında, uzun yıllardır görüşmediğim sınıf arkadaşlarımla tekrar görüşme olanağım oldu. Neler düşündüm? Eski günleri tekrar anımsadım. Gülümsedim... 😊 Bugün ise çoğumuzun farklı bireylere dönüştüğümüze tanık oldum. Hiçbir şey sabit kalmıyor. Her şey değişiyor. Biz de değişiyoruz. Bu değişim, bizi sevdiğimiz, bildiğimiz kişilerden uzaklaştırıyor. Aynı amaçları, zevkleri ve anlamları paylaşmıyoruz. Geçmişi tekrarlayarak, o günlere giderek gülümsüyoruz, gülüyoruz, kahkaha atıyoruz... Ya sonra? Ertesi günlerde liseli arkadaşımızı arama gereksinimi duymuyoruz. Farklı birer kişi olmuşuz. Gereksinimlerimiz, yaşama bakışımız ve değerlerimiz değişmiş!
Stefen Zweig, “Bir kez kendindeki insanı anlamış olan, tüm bireyleri anlar.” kitabında şu satırları yazarken, düşünce ve duygularıma selen oluyor: “Artık bireyleri, daha çok, bana iyi gelip gelmediğine göre değerlendiriyorum. Onlarla birlikte olduğumda, kendimi daha iyi hissedip hissetmediğimi soruyorum kendime.” Salgın, bize en çok da bu konuda farkındalık sağladı sanırım.
İlber Oltaylı, “İnsan, Geleceğini Nasıl Kurar?” kitabında şöyle diyor: “Bireyleri yönetme ve doyurma konumuna gelip de perişan olmamak, kendini bozmamak düşük bir olasılıktır. Çok para kazanıp onu iyi kullanan, onunla mutlu olanlara az rastlanır. Kişinin, ‘paraya karşı esareti’ sorununu erkenden çözümlemesi ve çözmesi gerekir.”
Bu söze bir ekleme yapmak istiyorum. Doğru arkadaş ve eş seçmek de bir kişinin yaşamında alması gereken en önemli sorumluluklardan biridir.
Jim Rohn’un anımsayacağımız şu sözüyle de pekiştirelim... “Kişi, en çok vakit geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.” Sahip olduğumuz zihin yapısının etrafımızda iletişimde olduğumuz zihinlerden etkilenip biçimlendiğini sürekli anımsayalım. Çünkü zihnimiz, toplumsallaşmaya ve çevresindeki öteki zihinler ile eşzamanlı olmaya bayılır.”
“Belirli bir hedefi olmayan her yaşam, bir hatadır.” - Stefan Zweig
60 yaşıma girerken, 34 yaşından sonra hedeflerim doğrultusunda yaşadığım/yaşayabildiğimden dolayı şükrediyorum...
Okuduğum kitaplar arasında bende en çok fark yaratan, Mark Twain’in “İnsan Nedir?” kitabıdır.
“Kişiyi bazı şeyler yapmaya iten güdü, hatta bir bireyi, bir şey yapmaya iten tek güdü, kendini memnun etme güdüsü; kendini memnun etme ve onun onayını alma zorunluluğu. Yaptığı şey, ilk önce onun açısından iyi olmalıdır, yoksa asla yapmaz. Sırf başka birinin iyiliği için yaptığını düşünebilir ama gerçekte bu doğru değildir; öncelikle kendini memnun ediyordur, başka birinin yarar görmesi sürekli ikinci planda kalır.”
Bu güdüye, bilinçli/bilinçsizce her zaman sahiptim. Tek olanağım ise yapmış olduğum yeğleme, seçim, çaba, özen ve fedakârlıklarla sadece kendimi gerçekleştirmemdi. Çevreme ve aileme de yararlı şeyler yapma, katkı ve değer sağlama olanağı elde ettim.
En büyük yaşam olanağımın da bu olduğunu düşünüyorum…
“Bilmek değil sadece hayâl etmek, kişiyi mutlu kılar.” - Stefan Zweig
Ben de yaşamımın geri kalanında hayâl etmeye devam edeceğim. Bu yolculuğumda çevreme ve insanlığa bir katkım olmuşsa/olursa ne mutlu bana…
Tekrar İlber Oltaylı’nın şu sözleri ile yazımı tamamlayayım...
“Kendine dünya kurmaya niyet edenlerin, kendini gerçekleştirmeyi çabalayanların,
kendini yapılandıranların eğitim yaşamı bitmez.”
Sevgilerimle,
Taner Özdeş
---
Bu yazının dil bilgisi düzenlemeleri,
FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü (FaRkLaR.net)
tarafından sağlanmıştır.
Comments powered by CComment