Biraz “iddialı” bir başlık olabilir. Biliyorum. 2023 yılına girerken, hem deneyimlerimi paylaşmak, hem de bazı biriktirdiklerimi yazmak istedim. Bu yazıyı, Swissotel’den Boğaz’a bakarak yazıyorum. Sevgili eşim Neylan’la 37. yılımızı kutluyoruz. “Boğaza bakmak” var, “bakmak” var. İstanbul’da yaşayan herkes Boğaz’a bakabilir. Önemli (öncelikli) olan, nasıl bakıyoruz? Bakarken neler düşünüyor ve duyumsuyoruz?
Yaşam da öyle. Nasıl yaşıyoruz? Ne düşünüyoruz? Ne duyumsuyoruz? Neleri yeğliyor ve hangi kararları, nasıl alıyoruz?
Bugün kendimi bir masajla ödüllendirdim. Kendimize ne kadar zaman ayırıp ödüllendiriyoruz? “Kendini şımart!”(Amerika’da, “Pamper yourself!”). Kültürümüzde, kişinin “kendini beğenmesi”, bencillik yapıp kendine zaman ayırması ya da yalnız zaman geçirmesi pek kabul edilmez. Topluluklar içinde “yalnız” da hissetsek, kalabalık gruplar halinde zaman geçirmeyi yeğleriz.
Ben de “sosyal” olmayı çok severim. Yalnız kalmayı da severim. Sürekli topluluklar içinde olmak, amaçsız geçen süreler enerjimizi tüketir. 35 yaşımdan önce ve sonrasını ikiye ayırırım. Yazmış olduğum tüm kitaplarda, 35 yaş ve sonrası farkındalığımı anlatırım. 35 yaşından sonra sosyalleşmeyi çok daha farklı bağlamlarda gerçekleştirmeye başladım. Yeni kişilerle tanışmak, farklı topluluklarla zaman geçirmek ve eğitim/koçluk yaparak başka kişilerin yaşamına da dokunmayı önemsedim.
Bugüne tekrar geri döneyim... Bali’li terapist Ayu ile sohbetimizden de söz edeyim. Ayu’nun yaşamı o kadar da kolay değil. Kız kardeşinin çocuğunu evlât edinmiş. Çünkü, kız kardeşi, ilişkisinden doğan çocuğunu istemeyince, Ayu, “Ben bakarım.” demiş. Şu anda 4,5 yaşında. Konuşmayı 1,5 yaşında öğrenmiş. Youtube üzerinden birçok dili konuşur duruma gelmiş. Şaka gibi…
Ona mutluluğun sırrını sordum. Bana bir örnekle anlattı...
“Dün çok sorunlu bir müşteri geldi. Her konuda şikâyet ediyordu. Hatta, hakkımda bile memnuniyetsizliğinden söz etti. Söylendi de söylendi. Sözlerini bitirince, bir süre sessiz kaldım. Önce onu anlamaya çalıştım. Sonra da ona teşekkür ettim. Bunun üzerine daha da sinirlendi. ‘Neden bana teşekkür ediyorsun? Seni şikâyet edeceğim.’ dedi. Tekrar teşekkür ettim. ‘Benim için çok öğretici oldu, teşekkür ederim.’dedim...
Neyi, nasıl anladığımı ona da anlattım. ‘Öteki kişiden aldığımız negatif enerjiye tepki vermek yerine sakin kalarak onun enerjisini kendine göndererek, o kişinin öğrenmesini sağlarız.’ dedim. O da ‘Doğru’ dedi.”
Bu tekniği ben de çokça uygularım. Çevremizdeki kaba, cahil, nezaketsiz ve görgüsüz kişilerle baş etmenin yolu, o kişilere öncelikle tepki vermemekten geçer. Sessiz kalabilmek, çok önemli bir olanak ve güçtür.
Aklıma Albert Einstein’ın şu sözü de geldi...
“Stresin daha yüksek nedeni, günlük yaşamınızda anlayışsız kişilerle yaptığınız ve yapmayabileceğiniz tartışmalardır.”
Ayu, kişilerin mutsuz olmasının ikinci nedeni olarak, “Kişinin, bir yolu yeğlememesi ya da yoldan çıkması.” olduğunu söyledi. Ben de “Hedefsizlik ve amaçsızlık.” diye özetleyebilirim.
Sonra Sadhguru’nun şu olağanüstü sözü de aklıma geldi...
“Kişinin doğal olarak meditatif duruma gel(e)memesinin tek nedeni, rahat olmamasıdır. Yaşamda kalma içgüdüsü devrede olduğu sürece, belirli bir stres ve gerilim içindesinizdir.”
Geçen gün de Suudi Arabistan’da yaşayan eski bir arkadaşımla buluştum. Meditasyon yapmaya başlamış. Dünyaya çok farklı bir gözle bakmaya başlamış. Beni takdir ettiğini, ancak uğraşlarımın bir bölümünün, “onaylanma, takdir edilme gereksinimimden kaynaklandığını” imâ etti. “Kesinlikle doğru değil.” diyemem. Paylaşmayı, kişilere yardım etmeyi çok seviyorum. Bunu yaparken “egomu” da besliyor muyumdur? “Net ya da kesin bir yanıtım yok.” Ama söylediklerini elbette dikkate alacağım.
Eşim Neylan da benden çok farklı bir biçimde kişileri mutlu etmeyi, değer vermeyi, yardım etmeyi seviyor. Her yılbaşında çok değer verdiği ve yaşamına giren kadınlara özel yılbaşı armağanı tasarlayıp güzel sözlerle adresine gönderir. Çok ince bir davranış. Eşimin verme biçimi benden çok daha farklı. İçimdeki rekabetçilik ve hırslarımı bastırmam o kadar da kolay olmuyor. İçimde hem “güç”, hem de “şefkat” barındırdığımı düşünüyorum. İkisi de farkı zamanlarda galip geliyor.
Bu yıl, birçok kişiye koçluk yaptım. Bazı danışanlarıma yararım çok sınırlı kalabiliyor. Bunun nedenleri arasında, çok fazla “düşünmeleri”, duygusal yanlarını bastırmış olmaları ve gelişmeye kapalı olmaları var sanırım. Bunun dışında, sürekli dış, uzak unsur ve özellikle de kişileri suçlamaları. Ayu (terapist) konuşurken, mutsuz kişilerin, daha çok beynininsol yarım küresini (analitik, mantık bölümü) kullandıklarından söz etmişti. Sol yarımküre, daha çok, denetimdir.
Sanırım, bu söz, bu kişiler için çok uygun...
“Derisini değiştirmeyen yılan, ölmeye mahkûmdur. Bu durum, düşüncelerini değiştiremeyen kişiler (zihinler) için de geçerlidir.”
Bu yıl eğitim verdiğim bir şirketin Satış Müdürü olan Arda, uzun zamandır mutsuzdu. İş arayışına girmişti. Benden destek istedi. Ben de çevremle paylaştım. Sonuç elde edemedik. En sonunda iş bulmadan, işini bıraktı. Çok kısa bir süre sonra da yeni işe girdiğini Instagram’dan öğrendim ve onu aradım. Anlattıklarını olduğu gibi aktarmak isterim...
“İş bulma sürecinde çalışırken başarılı olamadım. Ne zaman ki işimden istifa ettim, çok fazla fırsatın geldiğini gördüm. Hatta sizin referansınızla yönlendirdiğiniz firma bile bana iş teklifi yaptı.”
Cesaret, bir çekim gücüdür. Arda’nın öyküsü de bunun iyi bir örneğidir.
Dün, şirketimizin yılbaşı yemeği için 1453 Ağaoğlu içindeki “Esnaf” lokantasına gittik. Vadi İstanbul ve Ağaoğlu 1453’e gittiğinizde sanki başka bir ülkeye gidiyorsunuz. “Cahide” de aynı konumda hizmet veriyor. 1980/90 şarkıları eşliğinde yemek yiyorsunuz. Gece ilerledikçe müziğin sesi artıyor ve herkes masaların üzerinde dans etmeye başlıyor. Gençlerin enerjisiyle kendine güveni ve bizim zamanımızdaki, “Çevrem ne der?” çekingenliği olmadan. Şirketimizde, 5. yılını dolduranlara plaket vermek için konuşma yaptım. Kendi içimizde alkışlarken, bir anda tüm salondan alkış sesleri yükseldi. Coşkuyla alkışlıyorlardı. Harika bir duyarlılık, nazik bir davranıştı. Dünyayı (koşulsuz) saygı ve sevgi temelli yaşasak çoğu şey daha iyi ve hoş olmaz mıydı?
Bazı şeylerin o kadar da harika olmadığını kabul etmek iyidir ama olasılıklarla dolu bir dünyada şu anda ve burada olmanın bir ayrıcalık olduğunu sürekli anımsayalım. Japonların “İkigai” felsefesi gibi...
İkigai felsefesine göre, erken yaşlarda toplumun bir parçası olabilmek ve doğru davranmak, yaşamımıza anlam katmak için önemlidir.
Yaşamın anlamını yaratmayız ama KEŞFEDERİZ!
Yaşamda kalma olasılığında yüksek olanlar, yaşamak için güçlü gereksinimleri, amaç ve anlamları olan kişilerdir. Yani yaşama amacını bulmuş olanlar...
Uzun ve mutlu yaşamanın sırları konusunda o kadar çok bilgi var ki...
Kendi bazı önerilerimi de paylaşmak isterim...
- Tutkumuza hizmet eden, anlamlı bir yaşam bir yaşam sürmek...
- Tüm araştırmalar, uzun yaşamın en büyük sırrının fiziksel etkinlikte saklı olduğunu gösteriyor. Düzenli egzersiz, kemiklerimizi ve kalbimizi güçlendirir. Sağlıklı ve enerjik olmazsak, yaşamdan gereken doyumu alamayız. (60 yaşıma geldim. Haftada düzenli olarak 6-7 gün spor yaparım.)
- Beslenme alanı çok önemli... Bu konu, uzman olduğum bir alan değil. Ancak, üzerinde çalışmamız gereken bir alan... (Beslenme konusunda internette yüz yaşının üzerinde yaşamayı başarmış birçok örnek var. Daha sağlıklı ve daha uzun yaşamanın sırları konusunda beslenmenin önemli olduğu kesin. Bu konuda uzman bir kişiden kişisel özelliklerimize göre sağlıklı bir beslenme planı almamızda yarar var. Günde kaç öğün yememiz konusunda da farklı görüşler var. Sadece beslenmenin öneminin altını çizmek istedim.)
- İnanç ve insan ilişkilerini güçlü tutmak... (Yakın dostlara sahip olmak, fiziksel etkinlikten sonra uzun yaşamanın önemli sırlarından biri. İnanç, ister tanrı, ister yaratan, ister evren deyin. İnanmadan bu dünyada güçlü olamayız ve şükretmek, her fırsatta sahip olduklarımıza şükretmek çok önemli.)
- Düzenli kitap okuma ve uyku... (zihinsel sağlığımız için çok önemli!)
- Masaj, yoga ya da meditasyon... (bütünlüğümüzü sağlamak üzere...)
- Müzik dinlemek...(yaşamla uyumumuzu sağlar)
- Hobi edinmek... (iş dışında mutlaka bir ya da iki hobimiz olmalı) (satranç oynamak ya da bulmaca çözmek de çok yararlı)
- Stres yönetimi; gövdenin, potansiyel tehlikeye ya da soruna verdiği bir tepkidir ve kuramda(teoride) belirli bir oranda stres işlevseldir, zarar görebileceğimiz ortamlarda yaşamda kalmamızı sağlar. Ancak sürekli tehdit algısı altında olmak yani stres, gövdemize zarar veriyor. En çok zararı, Telomer protein yapısı görür. Telomer’in kısalması, hızlı yaşlanmayı ortaya çıkarır. Bu nedenle, stresi azaltmak için yoga, meditasyon, soluk gibi egzersizler önerilir ki bu alışkanlıklar, yaşlanmayı ciddi oranda erteleyebilir.
- MUTLULUK, bir sonuç değil süreçtir. Akışta kalarak iş yapmak, eş-dost, aile buluşmaları,
sosyal ortamımızın zenginliği ve anlamlı ilişkiler kurmak, mutluluk için elzemdir.
- Konu, bize“ne olduğu” değil ne tepki verdiğimizdir. Etkiyle tepki arasındaki süreci ne kadar yönetebilirsek, mutluluğumuz ve kendimiz için o kadar o kadar büyük bir adım atmış oluruz. Uzakdoğu felsefesinin önemi de bundan kaynaklanıyor. “Önce dinle, sonra anla. Öteki kişiyi değiştiremiyorsak, negatif enerjisini geri gönderelim ki, onu eğitelim.”
Yazımı, sevgili arkadaşım Cem Baykent’in şu sözleriyle tamamlamak isterim. “Bir kişiyi ‘herkes seviyor’ ise orada ya bir yanlış ya da yalan vardır. Bir kişi gerçekse seveni kadar sevmeyeni de vardır.”
Cem, dünyanın her köşesinde yaşamış biri. “Türkiye’nin geleceği çok parlak!” diyor.
Şaşkınlıkla “Nasıl?” diye soruyorum. O da şöyle yanıtlıyor...
"Merhamet...Ülkemizdeki bireylerin bazıları ya da çoğu cahil olabilir. Ancak, bu topraklarda yaşayanların en önemli ortak noktası, merhametli olması. Bu da önemli bir etki ve enerji."
Bu topraklarda doğmuş ve yaşamının 59 yılını tamamlamış olarak şunlarıda söylemek isterim...
“Yaşamım boyunca her birimiz gibi çeşitli ve çok sayıda sorumluluk aldım. Çözümleri dışarıda değil kendimde aradım. Bazı artıları olan bir birey olarak vermenin önemine odaklandım ve koşulsuz saygı ve sevginin en büyük güç olduğunu öğrendim. Öğrenmenin de benliğime kavuşmanın, korkularımıyenerek kendime ulaşmanın (ve egomu yönetmenin) daha doğru yolu olduğunu anladım. Daha da önemlisi, “Kendimi sevdim ve kendime inandım.”
2022 yılında, bana katkıları nedeniyle öncelikle eşime, sonra da bana destek ve hizmetleri ile değer katan, Kağan Demirgil (Ajans Dijital Kalem), Aydın Cimin (Your Medya), B Biledeğil (FaRkLaR.net), Fehmi Atıcan, Eda Gültekin’e sonsuz teşekkürlerimi sunmak isterim.
Bu vesile ile yazılarımı okuyan, takip eden tüm arkadaş, dost ve sevenlerimin yeni yılını en içten düşünce ve duygularımla kutlar, bereketli, mutlu ve sağlıklı yeni bir yıl dilerim...
Sevgilerimle,
Taner Özdeş
---
Bu yazının dil bilgisi düzenlemeleri,
FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü (FaRkLaR.net)
tarafından sağlanmıştır.
Comments powered by CComment